KÜÇÜK TANRILAR
YARATMAK
Sevgili
dostlar bilginin bittiği yerde inanç başlar. İnanç, bilginin olmadığı ya da yeterli
olabileceğinin kabul edilemediği noktada oluşur. Oluştuğu andan itibaren,
güvenilir bilgi ile kesin olarak aksi ortaya konmadıkça varlığını sürdürür. Varlığını
sürdürürken de her zaman inanç duyulan şeyin varlığının devamını
meşrulaştıracak koşulsuz bir kabullenme yaratır. Bu koşulsuz kabul öylesine
güçlüdür ki, insan bu kabulle varlığını inancına bağlar. Oysa bir sisteme, bir kişiye,
bir değere olan güven, koşullu bir kabullenmedir. Söz konusu koşullarda bir
değişiklik oluştuğunda güven yerini güvensizliğe bırakır. Bu noktadan itibaren
ya güven duyulan şeyde bir değişiklik beklentisi oluşur, ya da yerine başka bir
şey konulur. Günlük hayatımızda bilgi edinme konusundaki tembellik ya da
sorgulama konusundaki isteksizlik, bizi insanlara, sistemlere varsayımlara,
değer yargılarına karşı güçlü bir inanç duymaya iter. Bu inanç ise çoğunlukla
dışarıdan bakıldığında anlamsız bir biçimde tanrı-kul ilişkisine benzer bir
ilişki biçimi yaratır. Bu yazıda inanç ile oluşmuş "parasitik symbiosis" ilişki biçiminin toplumsal yapıdaki
durumu ve bunun devlet yönetimi ile olan etkileşimi üzerine düşünsel bir pencere
açılmaya çalışılacaktır.
İktidar,
yönetme gücünü tanımlayan bir kavramdır. İktidarın bu gücünün meşruiyetini
sağlayan olgu ise otoritedir. Bu anlamda otoriteyi yönetme gücüne duyulan
inanç/kabul olarak tanımlayabiliriz. Elbette yönetme gücüne duyulan inancın
yarattığı meşruiyet ile kabulün yarattığı meşruiyet farklıdır. Kabul koşullara
bağlı olarak var olurken, inanç koşullardan bağımsız olarak varlığını sürdürür.
Her iki durumda oluşan meşruiyetin tanımlanması, her zaman kolay olmayabilir.
Bir kamu yöneticisinin otoritesi kabule dayanan bir meşruiyet oluşturur. Mevcut
hukuk düzeni ve adalet gibi kavramlar yönetici tarafından ihlal edilirse,
meşruiyet sorgulanır ve otoriteye olan kabul ortadan kalkabilir. Sonuçta
yöneticinin yerine bir başka yönetici geçer ve yönetme gücünü (yani iktidarı)
kullanır. Din gibi bir inanç sistemi söz konusu olduğunda, bu sistemin
hayatımızı düzenleme gücüne duyulan inanç, sisteme koşulsuz bir meşruiyet
sağlar. Bu durumda tanrının iktidarı sorgulanamaz ve otoritesi mutlaktır. Ancak
her zaman yönetimin otoritesine karşı inanç ya da koşullu kabulü tanımlamak
kolay olmayabilir. Çeşitli nedenlerle yöneticinin otoritesine karşı kabulü aşan
bir inanç oluşabilir. İşte bu durumda, fiziki varlığı olan, otoritesi mutlak
tanrılar oluşmaya başlayabilir. Bu tanrılar kimi zaman sevdiğiniz insan, kimi
zaman bir arkadaş grubunun lideri, kimi zaman bir sivil toplum örgütü
yöneticisi, kimi zaman bir yürüyüş grubunun rehberi, kimi zaman da devleti
yöneten bir kişi olabilir. Ortak özellik, kişinin otoritesine olan, kabulü aşan
güçlü inançtır. Bu inancın temelinde yatan ise, insanlığın tarihsel gelişiminin
günümüzde ulaştığı aşama olan bilgi toplumunu ve onun gereklerini anlayamamış,
özümseyememiş olmaktır. Eğer yöneten tarafından yönetilenlerin bu inancı kabul
edilirse, ortaya "parasitik
symbiosis" bir ilişki biçimi çıkar. Çoğunlukla yönetilenler tarafından
farkında olunmayan bu ilişkide yönetilenler, varlıklarının devamının yönetenin
iktidarına bağlı olduğu yönünde güçlü bir inanç sahibidirler. Bu inancı
sorgulamaya kalkanlara karşı ise, çoğunlukla saldırgan ve bilgi toplumu ile
bağdaşmayan bir tutum oluşur. Korkulan, genellikle inancın yıkılması durumunda
ortaya çıkacak belirsizliktir ve bu belirsizliğin en büyük nedeni bilgi
eksikliğidir.
İnsanlığın
tarihsel gelişiminde önemli bir aşama olan yerleşik hayata geçilmesinden sonra
günümüze kadar olan süreç, üç önemli başlık altında incelenmektedir. Bunlar
tarım toplumu, sanayi toplumu ve günümüzde süregeldiği varsayılan bilgi toplumudur.
Bilgi toplumunda bilginin üretim ve aktarım hızı artmıştır. Bu durum, yönetim
alanında inanca dayalı meşruiyetin alanını daraltmaktadır. Ancak Weber'in
otorite sınıflandırmasında belirttiği üzere, nasıl ki geleneksel, karizmatik ve
yasal/ussal otorite tarihsel bir evrime işaret etmiyor ve her dönemde bir arada
bulunabiliyorsa, inanca dayalı meşruiyet ile koşullu kabule dayalı meşruiyet de
bir arada bulunabilmektedir. Burada bir konu önemlidir. İnsanların bilgiye erişimi
ne kadar kolaylaşsa da bunun iradi bir eylem olduğu gerçeği ortada dururken,
insanların genellikle bilgisizliğin rahatını (!), bilmenin sorumluluğuna tercih
ettiği de inanca dayanan meşruiyetin dayanaklarından biri olarak kabul
edilebilir.
Günümüzde
siyasal iktidar, devlet adını verdiğimiz siyasal örgütlenmeyi belirli
koşullarda, belirli bir süre yönetme gücünü elinde bulunduran yapıyı ifade
eder. Siyasal iktidarlar, devleti yönetirken kendilerini iktidara getiren
ideolojik düşüncenin sorunlara getirdiği
çözüm yolu olarak kamu politikalarının oluşturulması ve uygulanması süreçlerini
yönetirler. Ancak iktidarların bu politikaları tek başına oluşturduğunu
söylemek çok dar bir bakış açısı olacaktır. Toplumsal yapının karmaşıklığı
dikkate alındığında bu süreçlere etki eden birçok olgu ve olaydan söz etmek
mümkündür. Örgütlü sivil toplum bu sürecin en önemli aktörlerinden biridir.
Üniversiteler, meslek örgütleri gibi birçok diğer aktörleri de sayabiliriz.
Ancak ne var ki, bazen siyasal iktidarlar, işletilmesi gereken süreci yok
sayıp, kısa sürede kafalarının ardındaki ideolojik arka planı yansıtan bir
düzenlemeyi gündeme getirip, tartışılmasına fırsat bile vermeden
yasalaştırabilir. Bu durum normal koşullarda bir meşruiyet sorunu yaratır. Ama
eğer meşruiyet koşullu kabul ile inancın arasındaki çizginin silikleştiği gri
alandan doğuyorsa, toplumun oldukça büyük bir kesiminin memnuniyetsizliğine
rağmen siyasal iktidarın iradesi egemen olur. Burada artık yasaların "önemi"
yoktur. Çünkü iktidar meşruiyetini inanç üzerinden temellendirmeye başlamıştır.
Bunun yanında meşruiyeti sorgulayanlara karşı siyasal örgütlenmenin bütün gücü ve
yapısı hem zorlayıcı hem de ikna edici bir unsur olarak ortaya konmaya
çalışılır. İktidar bir taraftan da kendi meşruiyetinin temeli olarak gördüğü
inancı güçlendirici tedbirler almayı ihmal etmez. Bu durum kamu politikalarına
da yansır. Bilgi değersizleşir, tartışma zemini bilim dışı bir alana kayar ve
buradan sonra kimin doğru söylediği anlamını yitirir.
Buraya
kadar olan bölümde iktidar gücünün yapısını ve meşruiyetini nereden aldığını
anlatmaya çalıştım. Siyasal bir örgüt olan devlet karşısında sivil toplumun
çıkarlarının korunması ancak örgütlü bir sivil toplum yapısı ile mümkündür. Sivil
toplum örgütleri kamu politikası süreçlerinin doğru ve toplum yararına
işletildiği durumlarda farklı açılardan yaklaşarak kamu politikasının kamu
yararı gözetilerek oluşturulmasına destek ve yardımcı olurlar. Burada sivil
toplum örgütlerinin yönetimi de mikro düzeyde yukarıda anlatmaya çalıştığım
iktidar ve meşruiyet kavramlarından bağışık ele alınamaz. Çünkü yönetim
felsefesi açısından bu mümkün değildir. Ancak sivil toplum örgütleri üzerine
bir başka yazıda daha ayrıntılı durmak üzere, konuyu burada sınırlandırıyorum.
Bundan
beş bin yıl önce, Sümer efsanelerinde evreni yaratan tanrılar "An" ve
"Enlil" olarak adlandırılır. Bir gün çok çalışan genç tanrılar
Enlil'e isyan noktasına gelir. Çözüm ağır işleri yapacak insanoğlunun
yaratılmasıdır. Şimdi bu mitolojik hikayeyi biraz tersten okuyalım. Her zaman
ağır işleri yapacak birilerine ihtiyaç vardır. Mesele bu çalışanların hangi
tanrıyı yarattığındadır. Son söz olarak hayatın başkalarının egolarını beslemek
için heba edilemeyecek kadar değerli olduğunu belirtmek isterim. Düşünmeye sevk
edebildiğim her insan, benim mutluluğumun sebebidir...
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
ozkanleblebici@gmail.com