11 Nisan 2021 Pazar

 

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

         Sevgili dostlar günlük yaşantımızda çevremizde olan bitenin arkasına baktığımızda birçok örgütlü yapının çevremizi kuşattığını görürüz. Bu örgütlü yapıların en büyüğü, politik bir örgütlenme biçimi olan devlettir. Bu örgütlenme biçimi, cumhuriyet rejiminde ülke sınırları içerisinde halk egemenliği ile meşruiyetini sağlar. Tarihsel süreçte egemenliğin halka geçmesi, burjuvazinin monarşi karşısında güç kazanmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. Bu durum aynı zamanda sivil toplum düşüncesinin gelişimi için de önemli bir aşamadır. Güçlü bir politik yapı karşısında bireyin haklarının korunması gerekliliği bu gelişmenin sonucunda ortaya çıkmıştır. Burada halk egemenliğinin devredilemez olduğunu vurgulamakta fayda vardır. Halka ait olan egemenlik, politik örgütlenme olarak tanımladığımız devletin kurumları aracılığıyla kullanılır. Bu yetki herhangi bir kişiye ya da zümreye devredilemez.

         Latince “civis” kökünden türetilen bir kavram olan sivil sözcüğü, "kentdaş/yurtdaş" anlamları taşımaktadır. Ancak sivil toplumun politik toplumdan ayrı bir kavram olarak tanımlanması, 17'nci yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu döneme kadar, devletli toplumların tarihine bakıldığında politik toplum ile sivil toplum aynı anlamda kullanılmıştır. Burjuvazinin politik topluma karşı göreli özerkliğe kavuşmasıyla sivil toplum, politik toplumdan kavramsal olarak ayrışmıştır. Bu kavramsal ayrışma, devletin karşısında sosyal ve ekonomik olarak göreli özerkliğe sahip bir oluşumu ortaya koyar. Bu oluşumun kavramsal tanımlaması "sivil toplum"dur.

         Günümüzde sivil toplum kavramı ortaya çıktığı döneme göre hem işlev hem de içerik açısından gelişme göstermiştir. Karmaşık toplum yapısının egemenliğin kullanılmasını sağlamadaki meşruiyeti temsili demokrasi ile sağlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle devletin yönetimi, temsili demokrasi ile kendini var etmektedir. Ancak temsili demokrasinin, küreselleşme ve oy çokluğu ile belirlenen yönetimin egemenliğin temsilini yerine getirmedeki eksikliği nedenleriyle bir krizin içine düştüğü savunulmaktadır. Temsili demokrasinin yerine çözüm olarak oluşturulan katılımcı demokrasi kavramı, halkın sadece oy verme işlemi ile yönetimi belirlediği bir yapıdan yönetimi kontrolünün ve çeşitli mekanizmalarla alınan kararlara katılımının mümkün kılındığı bir yapıya geçişi ifade etmektedir. Böyle bir katılım düşüncesinin arka planında aktif vatandaşlık kavramı bulunmaktadır. Yani günümüzde demokrasi anlayışının geldiği aşama, vatandaşlara oy vermenin dışında ve ötesinde, yönetimi kontrol etme, eleştirme, sorgulama ve mümkün olan mekanizmalar aracılığıyla yönetimin kararlarına ve kamu politikası süreçlerine etki edebilme sorumluluğunu yüklemektedir.

         Aktif vatandaşlık, vatandaşın yönetimden talepleri olmasını gerektirir. Burada yurttaşın isteği ile devletin gerçekleştirdiği arasında "yurttaş açığı" adı verilen bir fark oluşur. Sivil toplum örgütleri bu açığı kapatma işlevini üstlenirler. Bu aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin meşruiyetini sağlayan bir olgudur. Her ne kadar katılımcı demokrasinin gerektirdiği aktif vatandaşlık kavramı vatandaşın yönetime katılımını mümkün kılsa da, bunun uygulamada bireysel düzeyde yapılabilmesi, bir takım zorluklardan dolayı mümkün olamamaktadır. İşte sivil toplum örgütlerini var eden düşünce, aktif vatandaşın düşüncesine uygun örgütlü yapılar aracılığıyla katılımcı demokrasinin gereklerini yerine getirebilmesine fırsat yaratılmasıdır.

         Bu noktada bir parantez açıp, Daron Acemoğlu'nun "Dar Koridor" kitabından bahsetmekte fayda bulunmaktadır. Acemoğlu bu kitabında, politik toplum ile sivil toplumun devlet yönetimindeki etkinliğinden yola çıkarak, başarılı devlet yönetimi örnekleri incelendiğinde her iki yapının (politik toplum ve sivil toplum) dengeli birlikteliğinin gerekliliğini ortaya koymaktadır. Politik toplumun sivil toplumun alanını daraltacak şekilde genişlemesinin sakıncaları olduğu gibi, sivil toplumun fazla gelişmesinin de politik toplumun işlevlerini yapamaz hale gelmesi sonucunu doğuracağı düşünülebilir. Dar koridor denilen alan, işte bu iki yapının dengeli birlikteliğini anlatmak için kullanılmış bir kavramdır. Ben derslerimde şu örneği vermiştim. Bir kutuya koyduğumuz biri kırmızı, biri mavi iki balonu şişirdiğimizde bir aşamadan sonra balonlardan birinin diğerinden fazla şişirilmesi, diğer balonun alanını daraltacaktır. Politik toplumun aşırı genişlemesi, sivil toplumu baskı altına alırken, bireysel hak ve özgürlükler açısından da bir tehdit oluşturacaktır. Günümüz otoriter yönetimleri incelendiğinde, hepsinde de politik toplumun sivil toplum alanını daralttığı ve bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı görülmektedir.

         Sivil toplum örgütleri dediğimizde, devletin politik örgütlenmesinin dışında kalan, yani devlet dışı olan, dernek, vakıf, sendika ve meslek örgütleri aklımıza gelmelidir. Bunların hepsinin ortak özelliği, katılımın serbest olması ve tüzel kişiliklerinin olmasıdır. Bu anlamda tüzel kişiliği bulunmayan dini cemaatlerin sivil toplum olarak adlandırılması oldukça sorunlu bir düşüncedir. Burada sivil toplum örgütlerinin devletle olan ilişkilerini değerlendirmek gerekir. Yapısal olarak politik toplumun dışında olan örgütlerin politik toplumla ilişkilerinin kurumsal düzeyde kurgulanması esastır. Bu sınır aşıldığında yapısal olarak sivil toplum örgütü ama kavramsal olarak sivil toplumun içine sokulmuş "Truva Atı" görünümlü örgütler ortaya çıkar. Bu yapılar bir taraftan politik toplum tarafından kayırılırken, diğer taraftan onların hatalı uygulama ve politikalarını meşrulaştırma işlevi görürler. Burada kastettiğimiz elbette sivil toplum örgütlerinin politik toplumla tam bir karşıtlık içinde bulunması gerekliliği değildir. Örneğin bir sendika çalışanların haklarını savunmak için vardır. Bu hakların savunulması bağlamında politik toplumla kol kola olması beklenmez. Çalışanların hakları için mücadele etmesi beklenir.

         Her sivil toplum örgütü belirli bir amaç doğrultusunda faaliyet gösterir. Vatandaşlar kendi düşüncelerini doğru biçimde ifade eden sivil toplum örgütlerine üye olarak, katılımcı demokrasinin gereği olan aktif vatandaşlığa adım atarlar. Demokrasinin gelişmiş olduğu, politik toplum ile sivil toplum arasında dengeli birlikteliğin bulunduğu toplumlarda sivil toplum örgütlerine üyelik oranlarının yüksek olduğu görülür. Ülkemizde ise bu oranlar son derece düşüktür. Bu durum, politik toplumun sivil toplumu baskılaması, kendi alanını genişletmesi sonucunu doğurmaktadır. Diğer bir ifadeyle, katılımcı demokrasinin gerektirdiği aktif vatandaşlık işlevsiz kalmaktadır. Oysa farklı düşünceleri savunan sivil toplum örgütlerinin kamu politikası süreçlerinde üyelerinin görüşlerini sürece yansıtabilmek için mücadele ettiği, kamuoyu oluşturma işlevlerini yerine getirebildiği bir yapıda, farklı görüşlerin bileşkesi olarak ortaya çıkacak politikalar kamu yararına en uygun çözüm seçeneğini oluşturacaktır. Ama bunun için öncelikle olması gereken, görüşlerinin kamu politikalarına yansımasını isteyen bireylerin sivil toplum örgütlerine üye olmaları, onların gücünü artırmalarıdır.

         Sivil toplum örgütlerinin hem yapısal hem de kavramsal olarak olması gereken yerde bulunmadığı ülkemizde, bu örgütlerin yönetim anlayışlarının eleştirisi ayrı bir tartışma konusu olabilir. Ancak "etliye sütlüye bulaşmayan" ve başka insanların mücadelelerinin sonucunda elde edilecek kazanımlardan fayda bekleyen bireyler, politik toplumun bireysel hak ve özgürlükleri daraltmasını eleştirirken iki defa düşünmelidir. Zira bu tarz bir eleştiri, bireysel bir tutarsızlık anlamına gelir. Kolektif hareket ikilemi adını verdiğimiz kavram, mücadelenin külfetine katlananların yanında elde edilen kazanımların kolektif olarak paylaşılmasını tanımlamak için kullanılır ve hiç de adil bir yaklaşım değildir. Ayrıca bilinmelidir ki, sivil toplum örgütlerini güçlü kılan, sorumluluğunun ve çıkarlarının bilincinde olan aktif vatandaşların sivil toplum örgütlerinde yer almasıdır. Olan biteni dışarıdan izleyip, verilmeyen haklarından şikayet eden bireyler, politik toplum karşısında edilgen kalmaya ve verilenle yetinmeye mahkumdurlar...

         Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder