SİVİL TOPLUM
ÖRGÜTLERİ ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Sevgili
dostlar günlük yaşantımızda çevremizde olan bitenin arkasına baktığımızda birçok
örgütlü yapının çevremizi kuşattığını görürüz. Bu örgütlü yapıların en büyüğü,
politik bir örgütlenme biçimi olan devlettir. Bu örgütlenme biçimi, cumhuriyet
rejiminde ülke sınırları içerisinde halk egemenliği ile meşruiyetini sağlar. Tarihsel
süreçte egemenliğin halka geçmesi, burjuvazinin monarşi karşısında güç
kazanmaya başlamasıyla gerçekleşmiştir. Bu durum aynı zamanda sivil toplum
düşüncesinin gelişimi için de önemli bir aşamadır. Güçlü bir politik yapı
karşısında bireyin haklarının korunması gerekliliği bu gelişmenin sonucunda
ortaya çıkmıştır. Burada halk egemenliğinin devredilemez olduğunu vurgulamakta
fayda vardır. Halka ait olan egemenlik, politik örgütlenme olarak
tanımladığımız devletin kurumları aracılığıyla kullanılır. Bu yetki herhangi
bir kişiye ya da zümreye devredilemez.
Latince
“civis” kökünden türetilen bir kavram olan sivil sözcüğü, "kentdaş/yurtdaş"
anlamları taşımaktadır. Ancak sivil toplumun politik toplumdan ayrı bir kavram
olarak tanımlanması, 17'nci yüzyılda oluşmaya başlamıştır. Bu döneme kadar, devletli
toplumların tarihine bakıldığında politik toplum ile sivil toplum aynı anlamda
kullanılmıştır. Burjuvazinin politik topluma karşı göreli özerkliğe
kavuşmasıyla sivil toplum, politik toplumdan kavramsal olarak ayrışmıştır. Bu
kavramsal ayrışma, devletin karşısında sosyal ve ekonomik olarak göreli
özerkliğe sahip bir oluşumu ortaya koyar. Bu oluşumun kavramsal tanımlaması
"sivil toplum"dur.
Günümüzde
sivil toplum kavramı ortaya çıktığı döneme göre hem işlev hem de içerik
açısından gelişme göstermiştir. Karmaşık toplum yapısının egemenliğin kullanılmasını
sağlamadaki meşruiyeti temsili demokrasi ile sağlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle
devletin yönetimi, temsili demokrasi ile kendini var etmektedir. Ancak temsili
demokrasinin, küreselleşme ve oy çokluğu ile belirlenen yönetimin egemenliğin
temsilini yerine getirmedeki eksikliği nedenleriyle bir krizin içine düştüğü
savunulmaktadır. Temsili demokrasinin yerine çözüm olarak oluşturulan katılımcı
demokrasi kavramı, halkın sadece oy verme işlemi ile yönetimi belirlediği bir
yapıdan yönetimi kontrolünün ve çeşitli mekanizmalarla alınan kararlara
katılımının mümkün kılındığı bir yapıya geçişi ifade etmektedir. Böyle bir
katılım düşüncesinin arka planında aktif vatandaşlık kavramı bulunmaktadır.
Yani günümüzde demokrasi anlayışının geldiği aşama, vatandaşlara oy vermenin
dışında ve ötesinde, yönetimi kontrol etme, eleştirme, sorgulama ve mümkün olan
mekanizmalar aracılığıyla yönetimin kararlarına ve kamu politikası süreçlerine
etki edebilme sorumluluğunu yüklemektedir.
Aktif
vatandaşlık, vatandaşın yönetimden talepleri olmasını gerektirir. Burada yurttaşın
isteği ile devletin gerçekleştirdiği arasında "yurttaş açığı" adı
verilen bir fark oluşur. Sivil toplum örgütleri bu açığı kapatma işlevini
üstlenirler. Bu aynı zamanda sivil toplum örgütlerinin meşruiyetini sağlayan
bir olgudur. Her ne kadar katılımcı demokrasinin gerektirdiği aktif vatandaşlık
kavramı vatandaşın yönetime katılımını mümkün kılsa da, bunun uygulamada bireysel
düzeyde yapılabilmesi, bir takım zorluklardan dolayı mümkün olamamaktadır. İşte
sivil toplum örgütlerini var eden düşünce, aktif vatandaşın düşüncesine uygun
örgütlü yapılar aracılığıyla katılımcı demokrasinin gereklerini yerine
getirebilmesine fırsat yaratılmasıdır.
Bu
noktada bir parantez açıp, Daron Acemoğlu'nun "Dar Koridor"
kitabından bahsetmekte fayda bulunmaktadır. Acemoğlu bu kitabında, politik
toplum ile sivil toplumun devlet yönetimindeki etkinliğinden yola çıkarak,
başarılı devlet yönetimi örnekleri incelendiğinde her iki yapının (politik
toplum ve sivil toplum) dengeli birlikteliğinin gerekliliğini ortaya
koymaktadır. Politik toplumun sivil toplumun alanını daraltacak şekilde
genişlemesinin sakıncaları olduğu gibi, sivil toplumun fazla gelişmesinin de
politik toplumun işlevlerini yapamaz hale gelmesi sonucunu doğuracağı
düşünülebilir. Dar koridor denilen alan, işte bu iki yapının dengeli
birlikteliğini anlatmak için kullanılmış bir kavramdır. Ben derslerimde şu
örneği vermiştim. Bir kutuya koyduğumuz biri kırmızı, biri mavi iki balonu
şişirdiğimizde bir aşamadan sonra balonlardan birinin diğerinden fazla
şişirilmesi, diğer balonun alanını daraltacaktır. Politik toplumun aşırı
genişlemesi, sivil toplumu baskı altına alırken, bireysel hak ve özgürlükler
açısından da bir tehdit oluşturacaktır. Günümüz otoriter yönetimleri
incelendiğinde, hepsinde de politik toplumun sivil toplum alanını daralttığı ve
bireysel hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı görülmektedir.
Sivil
toplum örgütleri dediğimizde, devletin politik örgütlenmesinin dışında kalan,
yani devlet dışı olan, dernek, vakıf, sendika ve meslek örgütleri aklımıza
gelmelidir. Bunların hepsinin ortak özelliği, katılımın serbest olması ve tüzel
kişiliklerinin olmasıdır. Bu anlamda tüzel kişiliği bulunmayan dini cemaatlerin
sivil toplum olarak adlandırılması oldukça sorunlu bir düşüncedir. Burada sivil
toplum örgütlerinin devletle olan ilişkilerini değerlendirmek gerekir. Yapısal
olarak politik toplumun dışında olan örgütlerin politik toplumla ilişkilerinin
kurumsal düzeyde kurgulanması esastır. Bu sınır aşıldığında yapısal olarak
sivil toplum örgütü ama kavramsal olarak sivil toplumun içine sokulmuş
"Truva Atı" görünümlü örgütler ortaya çıkar. Bu yapılar bir taraftan politik
toplum tarafından kayırılırken, diğer taraftan onların hatalı uygulama ve
politikalarını meşrulaştırma işlevi görürler. Burada kastettiğimiz elbette
sivil toplum örgütlerinin politik toplumla tam bir karşıtlık içinde bulunması
gerekliliği değildir. Örneğin bir sendika çalışanların haklarını savunmak için
vardır. Bu hakların savunulması bağlamında politik toplumla kol kola olması
beklenmez. Çalışanların hakları için mücadele etmesi beklenir.
Her
sivil toplum örgütü belirli bir amaç doğrultusunda faaliyet gösterir.
Vatandaşlar kendi düşüncelerini doğru biçimde ifade eden sivil toplum
örgütlerine üye olarak, katılımcı demokrasinin gereği olan aktif vatandaşlığa
adım atarlar. Demokrasinin gelişmiş olduğu, politik toplum ile sivil toplum
arasında dengeli birlikteliğin bulunduğu toplumlarda sivil toplum örgütlerine
üyelik oranlarının yüksek olduğu görülür. Ülkemizde ise bu oranlar son derece
düşüktür. Bu durum, politik toplumun sivil toplumu baskılaması, kendi alanını
genişletmesi sonucunu doğurmaktadır. Diğer bir ifadeyle, katılımcı demokrasinin
gerektirdiği aktif vatandaşlık işlevsiz kalmaktadır. Oysa farklı düşünceleri
savunan sivil toplum örgütlerinin kamu politikası süreçlerinde üyelerinin
görüşlerini sürece yansıtabilmek için mücadele ettiği, kamuoyu oluşturma
işlevlerini yerine getirebildiği bir yapıda, farklı görüşlerin bileşkesi olarak
ortaya çıkacak politikalar kamu yararına en uygun çözüm seçeneğini
oluşturacaktır. Ama bunun için öncelikle olması gereken, görüşlerinin kamu
politikalarına yansımasını isteyen bireylerin sivil toplum örgütlerine üye
olmaları, onların gücünü artırmalarıdır.
Sivil
toplum örgütlerinin hem yapısal hem de kavramsal olarak olması gereken yerde
bulunmadığı ülkemizde, bu örgütlerin yönetim anlayışlarının eleştirisi ayrı bir
tartışma konusu olabilir. Ancak "etliye sütlüye bulaşmayan" ve başka
insanların mücadelelerinin sonucunda elde edilecek kazanımlardan fayda bekleyen
bireyler, politik toplumun bireysel hak ve özgürlükleri daraltmasını
eleştirirken iki defa düşünmelidir. Zira bu tarz bir eleştiri, bireysel bir
tutarsızlık anlamına gelir. Kolektif hareket ikilemi adını verdiğimiz kavram,
mücadelenin külfetine katlananların yanında elde edilen kazanımların kolektif
olarak paylaşılmasını tanımlamak için kullanılır ve hiç de adil bir yaklaşım
değildir. Ayrıca bilinmelidir ki, sivil toplum örgütlerini güçlü kılan,
sorumluluğunun ve çıkarlarının bilincinde olan aktif vatandaşların sivil toplum
örgütlerinde yer almasıdır. Olan biteni dışarıdan izleyip, verilmeyen haklarından
şikayet eden bireyler, politik toplum karşısında edilgen kalmaya ve verilenle
yetinmeye mahkumdurlar...
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder