1 Mayıs 2021 Cumartesi

 AKTİF VATANDAŞLIK ÜZERİNE DÜŞÜNCELER - 2

         Sevgili dostlar önceki yazımda "Aktif Vatandaşlık" kavramından önce açıklanması gereken diğer kavramlar üzerinde ağırlıklı olarak durduğumdan, bu yazımda günümüz pratiğinden de yola çıkarak aktif vatandaşlık ve katılımcı demokrasi üzerine düşüncelerimi paylaşacağım. Artık gelişmiş demokrasilerde demokrasi kavramının tarihsel kavramlar seti ile şekillendiğini daha önceki yazılarımda açıklamaya çalışmıştım. Buna göre günümüzde demokrasinin olmazsa olmaz prensipleri; kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, insan hakları, hukuk devleti, alternatif enformasyon, adil seçme ve seçilme hakkı kavramlarından oluşmaktadır. Bu kavramların her biri hakkında uzun açıklayıcı metinler yazılabilir. Ancak bütün bunların odak noktasında bireyin hak ve özgürlükleri olduğunu kabul etmek gerekir. İşte aktif vatandaşlık kavramı tam da bu kabul üzerinden meşruiyetini sağlamaktadır.

         İlhan Tekeli, temsili ve çoğulcu demokrasinin siyaset pratiğinin Türkiye gibi ülkelerde "himayecilik ya da kayırmacılık" gibi uygulamalar geliştirdiğini söyler.[1] Bu durum bir anlamda kültüreldir. Kurumsallaşma ve işbölümü gibi öğeler bu davranış pratiğini ne kadar kontrol altına alsa da, siyasetin büyülü dünyasında her şey mümkün olabilmektedir (!). Çünkü yöneticilerin etik değerlerinin bulunmadığı hallerde mutlaka bir zayıf nokta ortaya çıkmaktadır. Yapılanların sorgulanmaması ise yönetim pratiğinin siyaset tarafından kötüye kullanılması ile açıklanabilir. Bunun yönetim biliminde karşılığı, patrimonyal (kullanım biçimi baba hakkınca belirlenen ve aile reisinde babadan geldiği gibi kişileşen bir malvarlıkçı otorite)[2] yönetim anlayışının toplum genelinde kabul görmesidir. Ancak bu anlayışın kültürel anlamda değişme gösterdiğini söylemek yanlış olmaz. Bugün eğer "Z" kuşağının otoriteye karşı daha sorgulayıcı tavır almasından bahsediyorsak, bu gelişme bir kaç yıl içinde oluşmuş bir değişim değildir.

         Devlet dediğimiz politik yapı, kâr amaçlı bir işletme gibi değerlendirilemez. Böyle bir değerlendirme, devletin tarihsel süreçteki kuramsal gelişimini yok saymak anlamına gelir ve arsız cehaletle tanımlanabilir. Devlet kamu hizmeti üretmek için vatandaşından vergi toplar ve temeli kamu yararına dayanmak zorunda olan kamu hizmetinin sunumu için yıllık bütçesini hazırlar. Devletin, temeli kamu yararına dayanmayan kanun yapması, temelinde kamu yararı olmayan bir kamu hizmeti sunması ancak devlet gücünün siyasal iktidar tarafından kötüye kullanılması ile açıklanabilir. Örneğin bir müteahhidin 450 milyon TL vergi borcunun sıfırlanmasında kamu yararının nerede olduğu açıklanmalıdır. Ya da bedeli genel bütçeden (yani vatandaşın ödediği vergiden) ödenen garanti ödemeli köprü, otoyol ve şehir hastanelerine yapılan ödemelerde nasıl bir kamu yararı görüldüğü insanlara anlatılmalıdır. Halk ödediği verginin nereye harcandığını araştırabilmeli, öğrenebilmeli, inceleyebilmeli ve hukuk yoluyla bunun hesabını sorabilmelidir.  İşte bunun gerçekleşebilmesi için ise vatandaş, edilgen konumdan çıkarak aktif vatandaş olmalıdır. Çünkü hesabı sorulmayan kamu kaynakları, vatandaşın cebinden çıkacak ilave vergiler ve gittikçe daha sorumsuz hareket etme gücünü kendinde gören siyasal iktidarlar yaratır.

         Aktif vatandaş, sadece kendi çıkarlarını korumak için bile hareket ediyor olabilir. Bu durum bireyin hak ve özgürlükleri kapsamında ele alınmalı ve desteklenmelidir. Asıl tehlikeli olan, vatandaşın kendi çıkarlarına karşı bile duyarsız olmasıdır. Markette yaptığı 100 TL'lik alışverişte yaklaşık 15-20 TL vergi ödediğinin farkında olmayan bir vatandaşın kendisine verilen 2 TL'lik makarna paketine sevinmesi, ödediği verginin fazlalığının kendisine verilen makarna paketinden kaynaklandığını anlamasını da zorlaştırır. İşte aktif vatandaş olmak ve bireysel hak ve çıkarlar için mücadele etmek bu nedenle çok önemlidir. Ancak aktif vatandaşlık kavramı bireysel hak ve çıkarların savunulmasını da içeren daha büyük bir kavramı ifade etmektedir.

         Bireysel hak ve çıkarlar toplumun genel çıkarlarıyla çatışmadığı sürece savunulmalıdır. Toplumsal çıkarların savunulmasının temelinde de bireysel hak ve çıkarların yattığı unutulmamalıdır. Bu nedenle aktif vatandaşlık aynı zamanda örgütlü mücadeleyi de gerektirir. Sendikalar, dernekler ve vakıflar gibi örgütlü yapılar, toplumun genel çıkarlarına aykırı davranamazlar. Siyaset bilimi yazınında siyasal iktidarın desteğinde kurulmuş sivil toplum örgütleri konusunda birçok tartışma bulunmaktadır. Siyasal iktidar açısından, kuruluş amacının dışında politik topluma daha yakın sivil toplum örgütleri, şu amaçları gerçekleştirirler; 1. Yönetsel meşruiyetin sivil toplum temelinde sağlanması, 2. Belirli kitlelerin/meslek gruplarının siyasal iktidara karşı örgütlü taleplerinin önüne geçilmesi, 3. Siyasal iktidara karşı oluşabilecek toplumsal tepkilerin önüne geçilmesi. Şimdi bunu bir örnek üzerinden açmaya çalışalım.

         Sağlık çalışanları, pandemi sürecinde maddi haklarını alamamanın yanında manevi olarak da büyük sorunlar yaşamaktadırlar. Bu sorunlara aile fertlerinin yaşadığı ayrımcılık da eklendiğinde yaşanan mağduriyet katlanarak artmaktadır. Bu durum, madden ve manen yıpranmışlığı beraberinde getirmektedir. Dünyada birçok ülke bu süreçte sağlık çalışanlarını ek maddi imkanlarla desteklemeyi seçmiştir. Sağlık çalışanlarını diğer kamu çalışanlarından ayıran özelliklerden biri, 24 saat esasına göre görev yapmasıdır. Elbette bu kapsamda görev yapan başka meslek grupları da vardır ve onların yıpranmaları da görmezden gelinmemelidir. Ancak pandemi süreci doğası itibariyle en çok sağlık çalışanlarını etkilemiştir. Bunun yanında ücret politikası olarak da çok farklı uzmanlık alanları nedeniyle çok parçalı bir ücret yapısı oluşmuştur. Kamu personel rejimi açısından da parçalı bir yapıdan söz etmek mümkündür. Kamu personeli içerisinde uzmanlık alanı olarak ikamesi kolay olmayan bu meslek grubunun söz konusu özelliklerinden dolayı kontrol altında tutulması, siyasal iktidarın tercihlerinden biri olmuştur. Zira bir kamu hizmeti olarak sağlık hizmetinin sunumunun vatandaşta çok net bir karşılığı vardır. Dünyada da sağlık hizmeti, siyasal iktidarların üzerinde en çok düşünmeye mecbur olduğu bir alandır. Ama burada çalışanlar üzerinde kurulacak baskı ya da sistemin iyileştirilmesi farklı politika tercihleridir. Bu maksatla siyasal iktidara yakın sendikal örgütlenme bir araç olarak kullanılmış görünmektedir. Sahadan edinilen bilgilere göre, sendika aracılığı ile vasıfsız kişilerin yönetici kadrolara atandığı, sendikadan istifa edenlere ya da kişisel hak ve taleplerde bulunanlara bahse konu yöneticiler tarafından mobbing uygulandığı, hatta bu kişilerin tehdide maruz kaldığı iddia edilmektedir. Aslında gelinen durumun tespiti, yukarıda açıklamaya çalıştığım örgütlü yapının aktif vatandaşlığın örgütlü mücadelesini engellemeye yönelik olarak kullanılması için örnek olarak gösterilebilir. Sivil toplum örgütleri doğası gereği serbest giriş, serbest çıkış ilkesiyle hareket etmek zorundadır. Ancak yapıyı korumak isteyenler bunu türlü şekillerle çalışan üzerinde baskıya dönüştürme gücünü elde etmiş görünmektedir. Politik toplumun desteği olmaksızın bir sivil toplum örgütünün bu derecede sivil prensiplere aykırı davranabilmesi İMKÂNSIZDIR.

          Aktif vatandaşlık, her anlamda politik toplum karşısında hak ve özgürlüklerin savunulmasını gerektirir. Bu haklar ödenen verginin nereye harcandığının sorgulanmasından, hayatını emeğiyle kazanan bütün çalışanların mesleki ve özel alandaki haklarına kadar çok geniş bir yelpazede ele alınabilir. Bireysel mücadeleyi tamamen bırakmadan örgütlü yapı içerisinde aktif vatandaşlığın sürdürülmesi, en etkili hareket tarzı olarak ortaya çıkmaktadır. Hatta gerektiğinde birden çok sivil toplum örgütü içerisinde hak mücadelesi verilebilmelidir. Aktif vatandaş, siyasal sitemden taleplerde bulunma hakkının bilincindedir. Hiç kimse doğrudan, vatandaşın hak ve özgürlüklerinin sağlayıcısı değildir. Zira bu hak ve özgürlükler vatandaşa sunulan bir lütuf değildir. Kendi bireysel çıkarlarını korumak için bu çıkarları toplumsal çıkarların gereği olarak gösterme çabası, lümpen bir toplum yaratır. Sorgulayamayan her toplum baskı altında ve kendine verilen kadar hak ve özgürlükle yetinerek yaşamaya mahkumdur. Bu olumsuz durumun oluşmaması için, yöneticilerin de aktif vatandaşlığı desteklemesi, hem ülkenin hem toplumun yararınadır. Son söz; saklayacak bir sırrı olmayan yönetici, bireysel hak ve özgürlüklerden, dolayısıyla aktif vatandaşlık kavramından çekinmemelidir.

         Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi



[1] İlhan Tekeli, (2012), Türkiye İçin STK'lar ve Katılımcı Demokrasi Yazıları, Tarih Vakfı Yayınları, İsanbul, s. 49.

[2] Kurthan Fişek, (2005), Yönetim, Paragraf  Yayınevi, Ankara, s.63.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder