27 Temmuz 2021 Salı

 HUKUK DEVLETİNE YOLCULUK-2

         Sevgili dostlar bir önceki yazımda hukuk devletini oluşturan kavramları bireysel düzeyde yaptığım değerlendirmelerle açıklamaya çalıştım. Bu yazımda ise kurumların hukuk devleti içerisindeki rolünü ve ilişkilerini ele almaya çalışacağım. Düşündünüz mü, kurumları var eden nedir? Toplumların basitten karmaşığa doğru bir evrim içerisinde olduğunu söyleyebiliriz. Toplumsal düzeyde karmaşıklaşan ilişkilerin üssel bir artış gösterdiğini de söyleyebiliriz. Bu ilişkilerin bireyin bireyle, bireyin toplumla ve bireyin devletle ilişkileri boyutunda sürekli değiştiği görülmektedir. Bu anlamda toplumsal yaşamı düzenleyen hukuk düzeni de sürekli bir değişim içerisinde olmak zorundadır. Öyle ki, özel kişilerin ticari, medeni ve mesleki konularda karşısında her zaman bir özel kişi bulması fiilen mümkün olmayabilir. Bu ilişki düzeyinin yaratabileceği sorunların çözümü için ortaya çıkan yapı tüzel kişilik kavramıdır. Diğer bir ifadeyle bir para ve/veya mal topluluğu hukuk nezdinde özel kişilerden farklı yasal bir kişilik kazanır. (Tüze, yasa demek olduğu için kavram yasal kişilik anlamına gelmektedir.) İşte bu tüzel kişilik, çeşitli amaçlarla oluşturulan kurumlardır. Özel kişilerin bir şirket kurması, ya da özel ve tüzel kişilerin bir araya gelerek sivil toplum örgütü kurması, ya da devletin bir kamu hizmetini sunmak için tüzel kişiliği olan bir kurum oluşturması toplumsal alanda ilişkilere farklı bir boyut kazandırır.

         Tüzel kişilik kanunlara uygun olarak oluşturulur. Bir şirketin nasıl tüzel kişilik kazanacağı, ya da sivil toplum örgütünün nasıl tüzel kişilik kazanacağı ilgili kanunlarda belirtilmiştir. Burada konumuz daha çok hukuk devleti olduğu için devlette tüzel kişilik nasıl oluşturulur sorusunun cevabına bakalım. Anayasanın 123'üncü maddesinde; "kamu tüzel kişiliği (yani kurum/kuruluş), kanunla ya da kanunun açıkça verdiği yetkiye dayanarak kurulur" ifadesi vardı. Bu ifade 2018 yılındaki referandumla, "kanunla ya da Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile kurulur" şeklinde değiştirildi. Bu değişiklik, tek bir kişinin iradesiyle istediği tüzel kişiliği oluşturabileceği anlamına geliyor ki, bu durum hukuk devletinin "idarenin öngörülebilirliği" ilkesinin aşındırılmasını da beraberinde getirmektedir. Diğer taraftan özel kişilerin ve özel hukuk tüzel kişilerinin bu kurum ve kuruluşlarla olan ilişkisinin düzenlenmesi de meşruiyet zemininde sorunlu hale gelme potansiyeli taşımaktadır. Bir kamu tüzel kişiliğinin oluşturulma maksadı kamu hizmetidir. Kamu hizmetinin en önemli unsuru ise kamu yararıdır. Bu açıdan bakıldığında kamu yararı niteliği bulunmayan kurum ya da kuruluşlar, uzun dönemde meşruiyet sorunu yaratabilecektir. Örneğin sadece seçim bölgesini düzenlemek için bir il/ilçe kurduğunuzda, burada oluşacak kuruluşların devlete belirli bir maliyeti vardır. Oysa kamu yöneticilerinin en önemli sorumluluğu kamu kaynaklarını harcarken hesap verebilir ve şeffaf davranmaları gerekliliğidir.

         Oluşturulan tüzel kişiliklere karşı da hukuk devleti anlayışının geçerli olması beklenir. Yani bir yerde özel kişilere karşı tanınan hak ve özgürlüklere aykırı olarak tüzel kişilikleri devletin yaptırım gücünü kullanarak baskı altında tutmak, hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmaz. Bunu daha da somutlaştırmak gerekirse, tüzel kişilik kazanmış bir sivil toplum örgütünü sadece görüşleri ya da faaliyetleri siyasal iktidarın hoşuna gitmediği için denetim ve yaptırım kıskacına almak, hukuk devleti anlayışının siyasal iktidar tarafından içselleştirilmediğini gösterir. Aynı durum, sahibinin siyasal iktidarla aynı düşünceyi taşımadığı bir şirket tüzel kişiliğine yönelen yaptırımlarda da geçerlidir. Ayrıca ticareti bozucu bu tür uygulamalar uzun dönemde ülkede yatırım ortamını ve siyasal istikrarı da bozma potansiyeli taşır. Bunun sonucu yoksullaşma ve işsizlik olarak kendini gösterir. Oysa siyasal iktidarlar, kendi rejimlerini kurmak üzere iktidara gelmezler. Sadece kendi politikalarını uygulamak üzere gelirler. Aksi halde bu durum açıkça darbe olarak adlandırılır. Bu konudaki en büyük yanılgı, darbenin sadece silahlı güç aracılığıyla yapılacağını sanmaktır. Eğer bir ülkenin rejimi anayasanın öngördüğü kurallara ve kurumlara aykırı olarak değiştiriliyorsa, bunun adı siyaset bilimi yazınında "darbe"dir. Değişikliklerin halk oyuna sunulmuş olması bu gerçeği değiştirmez. Çünkü demokrasilerde hak ve özgürlükleri kısıtlama yönündeki düzenlemeler halk oyuna sunularak meşrulaştırılamaz.

         Tarihsel süreçte toplumlar kurumsal yapıların ve kurumsal ilişkilerin geçerli olduğu bir yapıya evrilirler. Eskiden geleneklere, inançlara ya da toplumun değer yargılarına bağlı olarak sürdürülen ilişkiler, kurumsal, denetlenebilir, öngörülebilir bir hal alır. Alman sosyolog F. Tönnies toplumların bu evriminin cemaatten cemiyete olduğunu ortaya koymuştur. Tönnies'e göre bu evrim geri döndürülemezdir ve kurumsallaşmış cemiyet yapısı içerisinde cemaatlerin kurumsal bir gerçeklik olarak tanımlanması toplumu böler. Bu noktada yorumu siz değerli okuyuculara bırakmayı uygun buluyorum. Sadece şunu vurgulamakla yetinmek istiyorum; Kurumlar, hukuk devletinde kurumsallaşan ilişkilerin denge unsurudur. Ancak tüzel kişiliği bulunmayan örgütlerin kurumsal refleksler göstermesi, toplumda ayrışmayı körükler. Burada kastım inanç temelli ve tüzel kişiliği olmayan örgütlerdir. Bunların halktan bağış toplaması, kurumsal yapıyı ve onun güvencesi olan hukuk devletini etkisizleştirir. Hele ki, bunların siyasal iktidar tarafından himaye edilmesi, siyaset biliminde hukuk devleti tanımının tamamen dışında bir alana denk düşer.

         Kamu hizmeti sunumu maksadıyla tüzel kişiliğe haiz bir kurum oluşturulmasından beklenen fayda, anayasada yazılı niteliklere uygun şekilde ve etkin olarak sunulan bir kamu hizmetidir. Ancak kurulan kurumlar, bireysel hak ve özgürlükleri, tüzel kişiliklerin varlık sebeplerini tehdit eden bir baskı aracına dönüşüyorsa, burada ne demokrasiden ne de hukuk devletinden söz edilemez. Anayasa mahkemesi bir kararında, "Kamu mal ve hizmetinin kullanılmasında kamu yararı niteliğinin bulunması gerekir" diyerek, siyasal iktidarların politika belirleme süreçlerinde hangi ilkeyle hareket etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Dolayısıyla hukuk devletinde siyasal iktidar, kurumsal yapıların işleyişini ve ilişkilerinin düzenlenmesini belirli ilkelerle sürdürmek zorundadır. Bu zorunluluk siyasal iktidarın politika tercihi ile açıklanamaz.

         Bakanlıklar, devlet tüzel kişiliğinin faaliyet alanlarına göre örgütlenmiş kuruluşlardır. Yani bakanlıkların ayrı birer tüzel kişiliği yoktur. Hepsi devlet tüzel kişiliğini temsil eder. Örneğin Sağlık Bakanlığı devlet tüzel kişiliğinin altında faaliyetlerini sürdürür. Dolayısıyla bu bakanlığa bağlı bütün kurumların da ayrı bir tüzel kişiliği bulunmamaktadır. Elbette bağlı kuruluş dediğimiz yapılar bundan istisnadır. Ancak bir kamu hastanesi devlet tüzel kişiliği altında kamu hizmeti sunmaktadır. Dolayısıyla burada çalışanlar bir anlamda devlet tüzel kişiliğinin kılcal damarlarındaki temsilcilerdir. Yukarıda ısrarla vurguladığımız üzere, özel kişilerin devlet tüzel kişiliği ile olan ilişkileri, hukuk devletinde kurumsallaşmıştır. Bu kurumsallaşmanın ihlali, devletin tüzel kişiliğine yapılan bir saldırıdır ve kanunlarla belirlenmiş yaptırımlara tabidir. Son dönemde sıkça yaşanan "sağlık çalışanlarına şiddet" sorunu bu açıdan ele alındığında, devlet tüzel kişiliği altında faaliyet gösteren Sağlık Bakanlığının bu kurumsallaşmaya aykırı davranmak gibi bir politika tercihi yoktur ve olamaz. Elbette kamu görevlisi suç işliyor olabilir ama bunun karşılığı da kanunlarda belirlenen usullerle aranmalıdır. Cemaatten cemiyete evrilmiş modern bir devlette kurumsallaşmış ilişkilerin hukuk devleti ilkesi ile korunduğu bir yapı, toplumsal barışın ve huzurun anahtarıdır. Bunun dışında çıkış yolu aramak -Yüce önderimiz Atatürk'ün ifadesiyle- gaflettir, delalettir.

          Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

1 yorum:

  1. "Cemaatten cemiyete evrilmiş modern bir devlette kurumsallaşmış ilişkilerin hukuk devleti ilkesi ile korunduğu bir yapı, toplumsal barışın ve huzurun anahtarıdır. Bunun dışında çıkış yolu aramak -Yüce önderimiz Atatürk'ün ifadesiyle- gaflettir, delalettir."

    Değerli görüşlerinize ve çıkarımlarınıza katılmamak mümkün değil. Bizimle paylaştığınız için teşekkürler hocam,kaleminize sağlık..

    YanıtlaSil