KAMU YARARI
OLMAZSA
Sevgili
dostlar bugüne kadar çok çeşitli konularda yazılar yazdım. Sizlere olaylara
kamu politikası, hukuk devleti ve demokrasi pencerelerinden bakabilmek için
ipuçları vermeye çalıştım. Bugün bütün bu kavramların kesişim noktasında olan
bir kavramı günümüzde yaşanan olaylar üzerinden ele almaya çalışacağım.
Kavramımız "kamu yararı" olunca bir çok disiplinin ortak alanına
girmiş oluyoruz. Kamu Yönetimi Sözlüğü (2008: 133) kamu yararını şöyle
açıklıyor; "Kamu yönetiminin eylem
ve işlemlerinde yöneldiği, toplumun bir kesiminin ya da tümünün yararını
kollamaya dönük temel ve genel hedeftir. Kamu yönetimi, kamu yararı için
vardır. Toplumsal çıkarla bireysel çıkar çatıştığında kamu yönetimi toplumsal
çıkardan yanadır. Kamu yönetimi, kamu yararı için hukuk içinde hareket
etmelidir". Elbette toplumun bir kesimine yönelmiş kamu yararının
toplumun genel çıkarlarına aykırı olmaması esastır. Örneğin kadın ve çocuklara
pozitif ayrımcılık, toplumun genel çıkarlarına zarar vermeyeceği için kamu
yararına uygundur. Hukukun temeli de kamu yararıdır. Kanunların hazırlanması ve
yürürlüğe girmesinde temel ilke kamu yararının korunmasıdır.
Siyasal
bir örgüt olarak devlet, kamu hizmeti üretmek için vardır. Devlet kamu
hizmetini görevlileri aracılığıyla yerine getirir. Devletin başındaki
Cumhurbaşkanından en alt düzeydeki kamu işçisi veya memura kadar herkes, kamu
hizmeti sunmak için görevlidir. Kamu hizmetinin ise mutlaka kamu yararına dönük
olması gerekmektedir. Kamu görevlisinin kamu kaynaklarını kullanarak yaptığı
her faaliyette kamu yararının bulunması zorunluluktur. Bir cumhurbaşkanı da
olsa, hiç kimse kamu yararını gözetmeyen bir faaliyet için kamunun mal ve
parasını kullanamaz. Kamu hizmetinin hangi politikalar çerçevesinde
sunulacağının belirlenmesi ise, devleti belirli bir süre yönetme görevini
üstlenmiş olan hükümetin sorumluluğudur. Ancak hükümet kamu politikasını
belirlerken, işin doğası gereği kamu politikası sürecinin her aşamasında kamu
yararını gözetmek zorundadır. Bunlar elbette olması gerekenlerdir. Kamu
görevlilerinin farklı çıkarlara yönelebilmesi gibi yolsuzluk ve usulsüzlük
içeren uygulamalara dünyanın her yerinde rastlamak mümkündür. Hatta
hükümetlerin bile sermayenin belirli alanlardaki çıkarlarını korumak adına kamu
yararını göz ardı ederek kamu politikası üretmesi mümkün olabilmektedir. Ne
yazık ki, çoğunlukla bunu denetleyecek etkili bir mekanizma olmadığından, ya da
halk hükümetin faaliyetlerinden yeteri kadar bilgi sahibi olamadığından
üretilen kamu politikasının eleştirisi siyaset alanı dışında herhangi bir
yaptırıma imkan vermemektedir. Bu nedenle sağlıklı işleyen bir kamu politikası
sürecinde, toplumun ilgili kesimlerinin, uzmanların, üniversitelerin söz sahibi
olması, kamu yararının korunması adına gerekliliktir. Eğer süreç böyle
işlemiyorsa, kamu politikasının kamu yararını gözetmediğini düşünmek mümkündür.
Toplumların
yaşanan olaylar karşısında hassas olduğu dönemler vardır. Hassasiyetin en üst düzeye
çıktığı dönemler kriz dönemleridir. Bir kriz neden çıkar? Süratle değişen bir
duruma sistem cevap veremediği için çıkar. Bu bir afet ya da toplumsal olay
olabilir. Devletin dinamik bir siyasal sistem olarak, her tür krizi öngörme,
gerekli tedbirleri alma becerisinin var olduğu düşünülür. Toplumsal maliyeti
öngörülemeyen krizlerin tamamen ortaya çıkmasını önlemek mümkün değilse de etkilerinin
sınırlı kalmasını sağlamak adına hükümetlerin yapması gereken çok önemli
faaliyetler ve görevler vardır. Öncelikle dinamik bir risk değerlendirme
sistemi kurulmalıdır. Sürekli değişen risk algısı ve olası sonuçları dinamik
bir şekilde değerlendirilmeli, buna göre alınması gereken tedbirler sürekli
güncellenmelidir. Ancak afet yönetimi için ayrılan kamu kaynakları halkın
kolaylıkla görebildiği sonuçlar üretmez. Bu nedenle de hükümetler böyle kriz
durumları için kaynak ayırmak konusunda isteksizdir. Bunun yanında yaşanan
olayın maliyeti beklenenden çok daha yüksek seviyelere ulaşırsa, hükümet
hatalarının bedelini siyaseten ödemekle kalmaz, alması gereken konularda
almadığı önlemler için yargı denetimine de uğrayabilir. Bu durum elbette
hukukun etkin şekilde işlediği bir hukuk devletinde mümkün olabilir.
Türkiye'nin
bir çok noktasında kısa süre içerisinde eş zamanlı olarak başlayan orman
yangını, mevcut sistemin bir anda cevap veremeyeceği büyüklükte bir afete dönüşmüştür.
Oluşması yüzlerce yıl alan ormanlar, içindeki bütün yaşam formlarıyla birlikte
iki gün içerisinde küle dönmüştür. Orman yangını riski taşıyan ülkelerin buna
ilişkin yangın söndürme filolarının ve diğer araçlarının Türkiye'den belirgin
şekilde fazla olması, onların olası riskleri daha iyi değerlendirdiğini ve buna
uygun politikalar ürettiğini ortaya koymaktadır. Türkiye'de ise, kamu yararı
gözetilmeden, siyasal bir intikam duygusuyla hareket edilerek Türk Hava Kurumu
envanterinde bulunan araçlar işlevsiz bırakılmıştır. Kriz anında çok yüksek
maliyetlerle kiralanan araçlar ise, afetin büyüklüğüne yetecek sayıda
olamamıştır. Burada hem politika üretme, hem risk değerlendirme hem de kamu
yararını gözetme anlamında ciddi sorunlar vardır. Bunun sonucu olarak da krizin
etkilerinin azaltılabilmesi mümkün olmamıştır. Bir kriz ortamında profesyonel
olarak işlemesi gereken iletişim süreci, ilgili Bakanın arada bir kameralar
karşısına geçip, yeterli olmayan bilgilendirme çabası neticesinde sosyal medyada
ve halk arasında bilgi kirliliğine ve tepkiler oluşmasına yol açmıştır. Oysa afet yönetimi süreci profesyonel olarak yönetilmesi gereken bir süreçtir. Kamu
yararından uzaklaşan bir hükümetin himaye ettiğine inanılan ve hiç bir bilgi
birikimi olmayan dini figürlerin sosyal medya üzerinden saçma sapan açıklamalar
yapması, eğitimli ve üzgün halk kesiminde daha büyük tepkiler yaratmıştır. Bu tepkiler halk arasında düşünsel bölünmelere neden olarak toplumsal dayanışmayı zayıflatmaktadır. Kısaca
bu yangın hükümet açısından çok başarısız bir sınav olmuştur. Yangın riskine
karşı imar planlarının risk değerlendirmesine uygun olmaması, ekonomik
kayıpların daha fazla olmasına neden olmuştur. Her orman yangının ardından
yeniden ağaçlandırma yerine yeni rant alanları yaratılmasının da kamu yararı
ile açıklanabilir bir yanı bulunmamaktadır. Kamu hizmeti sunarken kamu yararını
gözetmeyen yönetici, her kim olursa olsun görevini yapmıyor ve bulunduğu makamı
hak etmiyor demektir.
Elbette
olayın siyasi yönden değerlendirmesinin yapılması, ülkenin yaşamakta olduğu mülteci
sorunu ile yaşanan afet arasında bağ kurulması, yangının bir terör eylemi
olması olasılığı gibi her biri ayrı bir tartışma konusu olabilecek sorunları
burada yaptığım analizin dışında tutuyorum. Benim burada yaptığım
değerlendirmedeki temel amacım, kamu yararı gözetilmeden üretilen kamu
politikasının ve buna bağlı olarak kamu kaynaklarının kullanımı yönünde yapılan
tercihlerin yanlışlığının vurgulanmasıdır. Bilgi ve tecrübe gerektiren
kadrolara yapılan liyakatsiz atamalar, devlete gerçek maliyetinin bir kaç
katına mâlolan altyapı tesisleri, kamuya alınan ya da kiralanan gereksiz hava
ve kara taşıtları, birkaç yerden maaş verilen kamu görevlileri için harcanan
kamu kaynaklarının kamu yararı ile açıklanmasına imkan yoktur. Hele ki maliyeti
nedeniyle yangın söndürme uçağı olmadığının açıklandığı bir tabloda, yaşananlar
gerçekten can yakmaktadır. Elbette haklı olarak kaybedilen binlerce, on binlerce
canın hesabının sorulmasını beklemek, temel bir vatandaşlık ve insanlık
görevidir. Ama buna cevap verebilecek kimse var mı derseniz, yanan canlıların
boğazımıza attığı düğüm bu soruyu yanıtsız bırakır.
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
Aydın olmanın erdemi, duyarlılıktır. Teşekkürler dostum.
YanıtlaSil