7 Temmuz 2021 Çarşamba

 HUKUK DEVLETİNE YOLCULUK

         Sevgili dostlar yazabilmenin sonuçları göze almayı gerektirdiği günlerden geçiyoruz. Uganda Diktatörü İdi Amin'in "İfade özgürlüğü var ama ifade ettikten sonra olacakları garanti edemem" sözü, özgürlüğün var demekle var olmadığını anlatan güzel bir örnektir. Bu durum birçok kavram için de geçerlidir. Kavramları geçerli kılan nedir? Diyelim ki bir ülkede insanların yüzde 51 kadarının, seçtikleri yönetici "Bu ülke hukuk devletidir" dediği için ülkenin hukuk devleti olduğuna inanması ülkeyi hukuk devleti yapar mı? Yöneticiye olan inanç O'nun her söylediğini gerçek kılar mı? Bilimsel açıdan bu soruya verilecek yanıt net bir "Hayır"dır. Bilimsel olmayan yanıtların ise toplumda etkisinin olması onları değerli hale getirmez. Çöp her zaman çöptür. İnsan genellikle bir şeyin değerini kaybettiği zaman anlar. Bir ülkede de hukukun, bireysel özgürlüklerin gerçek değeri, bu kavramların eksikliğinde anlaşılır. Amacımız mevcut durumun bilimsel bir tanımını yapabilmektir. Öyleyse hep birlikte kavramları geçerli kılan ilkeler üzerinden bir yolculuğa çıkabiliriz.  

         Varsayalım, küfür etmeyi sevmeyen bir insansınız, şiddetten nefret ediyorsunuz. Bir gün arkadaşlarınız hafta sonu takımınızın maçına fazla biletleri olduğunu ve sizi de yanlarında görmek istediklerini söylüyorlar. Heyecanla kabul ediyorsunuz. Maçın birkaç saat öncesinden başlayan etkinlikler sizi maç atmosferine sokuyor. Artık yavaş yavaş kendinizi tribünleri dolduran ve hiç tanımadığınız kalabalığın bir parçası olarak hissetmeye başlıyorsunuz. Derken maç başlıyor ve seyirciler yerlerinde duramadan tezahürat yapıyor. Ancak iyi gitmeyen bir şeyler var. Hakem verdiği kararlarla seyircileri çıldırtıyor, deyim yerindeyse takımınızı ince ince doğruyor (!). Başlangıçtaki homurdanmalar bir müddet sonra yerini seyircilerin toplu tepkisine bırakıyor. Önce hakemin cinsel tercihleri sorgulanıyor, daha sonra aile efradının hatırı soruluyor (!). Bir anda fark ediyorsunuz ki, siz de o küfürlere katılıyorsunuz. Maç puan kaybıyla bitiyor ve dışarıda grup olarak yürürken birden karşıdan rakip takımın formasını giymiş bir gencin geldiğini görüyorsunuz. Grup önce size karşı hiç bir olumsuz tavrı olmayan gence sözlü tacizde bulunuyor. Karşıdan bir cevap gelince kovalamaca başlıyor. Siz doğrudan şiddet uygulamasanız bile, bir anda o suçsuz gence yönelen şiddeti haklı gördüğünüzü hissediyorsunuz.

         İnsanları gerçekte olmadıkları bir davranış haline büründüren etken, kitle psikolojisidir. Aynı durum, akıl yoluyla değerlendirmeden bir siyasi partinin taraftarı gibi hareket eden kitle açısından da geçerlidir. Ancak buradaki problem takım taraftarlığından daha vahimdir. Takım taraftarlarının kitleyle birlikte hareketi çoğunlukla düşünmeden anlık gerçekleşen tepkiler şeklinde olurken, bir siyasi parti taraftarlarının tepkileri bireysel olarak yanlış davranışın doğruluğuna olan yanlış inançtan kaynaklanır. Yanlış inancı doğuran etken ise bilgi eksikliğidir. Durumu ağırlaştıran etken de, bilgi eksikliği olan kişinin bundan haberdar olmaması hatta bilmek istememesidir. Siyasi partilerin potansiyel iktidar adayı olduğu düşünüldüğünde, partilere karşı inanca dayanan bir bağlılık geliştirmek, bir ülke için çok ağır sonuçlar doğurabilecek bir tehlikeyi içinde barındırır. Elbette toplumsal yaşamı düzenleyen yasal metinler ortaya çıkabilecek sorunları ortadan kaldırabilecek etkiye sahiptir. Ancak yasalar konusunda şu soruların cevapları olumlu olmalıdır; 1. Yasa kamu yararını gözetiyor mu? 2. Yasa ortak iyiye hizmet ediyor mu? 3. Yasa belirlenmiş süreçlere uygun olarak çıkarılmış mı? 4. Yasa hukukun temel ilkeleri ile uyum içerisinde mi?

         Bu soruların ardından gelen en önemli soru ise, "devlet adını verdiğimiz siyasal örgütlenme içerisinde etkin hale gelen yasaların uygulanması yönünde etkili bir irade var mıdır?" sorusudur. Devlet, sınırları içinde güç kullanma tekeline sahip tek örgütlenme biçimidir. Tarihsel olarak değerlendirildiğinde, devletin bu gücü kullanması bazı sınırlamalara tabi tutulmuş ve daima çizilen sınırlar daha da keskinleşmiştir. Keskinleşen sınırlar siyasal iktidarın gücünü sınırlandırırken yasama, yürütme ve yargı olarak tanımladığımız üç erkin birbirleri üzerindeki denetimini de kurumsallaştırmıştır. Bu kurumsallaşma egemenliği gerçek sahibine, halka vermiştir. Yani bir yasanın yürürlüğe girmesi ve uygulanması, halk egemenliğinin zorunlu bir sonucudur. Uygulanmadığı durumlarda ise, kuvvetler arasında uyumsuzluk ve yürütmeyi temsil eden siyasi iktidarın görevini iyi yapmaması söz konusu olabilir. Yukarıda sorduğum sorular çerçevesinde hukuk devleti kavramına bir bakalım.

         Hukuk Devleti, faaliyetlerinde hukuk kurallarına bağlı olan, vatandaşlarına hukuki güvenlik sağlayan devlet demektir. Bunun olabilmesi için yasama, yürütme ve yargının ayrı ayrı hukuka uygun hareket etmesi, hukuk devletinin genel ve temel gerekleridir. Ama bu hukuk devleti yeterli değildir. Hukuk devletinin özel gerekleri olan şu ilkelerin de bulunması gerekir; 1. İdarenin bütün eylem ve işlemleri yargı denetime tabi olmalıdır, 2. Hakimler bağımsız ve teminatlı olmalıdır, 3. İdari faaliyetler önceden bilinebilir olmalıdır, 4. Hukuki güvenlik olmalıdır, 5. İdarenin mali sorumluluğu mevcut olmalıdır. Bütün bu ilkelerden birinin bile bulunmaması hukuk devleti kavramını zedelerken, her biri için sayısız örneğin bulunduğu bir devlete hukuk devleti denmesi mümkün değildir. Hukuk devleti olmayan bir devletin Anayasasında demokrasinin devletin nitelikleri arasında sayılması da devleti demokratik yapmaya yetmez.

         Hukuk devletinde yaşayan bir vatandaş, sadece devletin siyasal sisteminin görevini yapmasını bekleyerek demokratik hukuk devletinde yaşamanın keyfini süremez. Kişisel olarak hukuk devleti ilkesinin sorumluluğunu taşımak zorundadır. Burada iki unsur önemlidir. Birinci olarak daha önceki yazılarımda belirttiğim aktif vatandaşlık kavramına uygun davranmak gerekir. İkinci olarak bireyin hukuk devletine olan güvene uygun davranışlar içerisinde olması gerekir. Bu ikinci konuyu açmak gerekebilir. Yazının başında belirttiğim taraftarlık kavramına dönmek istiyorum. Demokratik hukuk devletinde yaşamanın vatandaşa yüklediği ahlaki ve insani sorumluluğun önündeki en büyük engel, taraftarlık kavramıdır. Akıl ve ahlak ile düşünemeyen insan, kendisini bir dine, bir topluluğa, bir ideolojiye, bir siyasi partiye felsefeden yoksun bir şekilde "taraftar" olarak bağlı hissedebilir. Bu bağlılık; farklı dini, farklı topluluğu, farklı ideolojiyi, farklı siyasi partiyi düşmanlaştırır. Akıl tamamen devre dışı kalır. Kendinden olmayan herkese karşı nefret ve şiddet hisleri gelişir. Uygun ortam bulunursa şiddet kendini ortaya çıkarır. Bu şiddet, bir kadına, bir sağlık çalışanına ya da farklı olarak gördüğü herhangi bir canlıya yönelebilir.

         Burada felsefe ve insani ilkeler önemli olmalıdır ancak hangi siyasi partiyi destekliyorsa desteklesin bir canlının sadece kendi düşüncesine uymuyor diye zarar görmesine duyulan istek, felsefe ve insani ilkelerle açıklanamaz. Dünya görüşünü, etnik kimliğini, yaşam tarzını beğenmediğiniz bir insanın ölmesini, hukukun o kişiye karşı size uygulanandan farklı uygulanmasını istemek, savunmak insanlık tarihinin en ahlaksız, en aşağılık tutumudur. Hukuk devleti kavramının olmadığı bir devlet, sivrisinek üreten bir bataklık gibidir. Hukuka karşı güvenin azalması, insanları düşmanlaştırırken, aklı ve ilkelerle hareket edenlerin oranı gittikçe azalır. Kendine medeni diyen insanlar, bir anda farklı kimlikleri düşman olarak görmeye başlayabilir. Bu sorunun çözümü ise, çok uzun zaman gerektiren bir aydınlanma devriminin gerçekleştirilmesine bağlıdır. Aksi halde sivrisinekler yaşadıkları bataklık ortamından rahatsız olmadan mutlu ve mesut yaşamaya devam ederler.

         Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder