EŞİTLİK ÜZERİNE
DÜŞÜNCELER
Sevgili
dostlar günlük yaşantımızda en çok özlemini duyduğumuz, en çok savunmaya
çalıştığımız değerlerden biri eşitliktir. Ancak çoğunlukla herkesin eşitlik
kavramından anladığı farklıdır. Genellikle modern toplumlarda hukukun insanlara
karşı herhangi bir ayrım gözetmeksizin eşit olarak uygulanması eşitlik için yeterli
görülürken, zaman içinde oluşan eşitsizlikler görmezden gelinir. Çünkü bu
eşitsizliklerin uzun dönemli etkileri bireyden çok birkaç nesli içine alan bir
etki alanına sahiptir. Zaman içindeki değişimler, anlık yaşantının
kabullenilmiş formlarında radikal değişikliklere yol açmadıkça herkes halinden
memnunmuş gibi davranmayı iç huzurunun bir gereği gibi görmeye alışmıştır.
"Pek çok zengin insanın zengin bir
ailede doğduğu için zengin olduğu ve pek çok fakirin fakir bir ailede doğduğu
için hayatları boyunca fakir kalacağı kanıtlanmış bir olgudur" der
Harari. Peki böylesi bir eşitsizlik ilk duyduğunda insanlara haksızlık gibi
gelirken, yaşadığı süreçte herkesi durumuna razı eden etken /etkenler nelerdir?
Buradan yola çıkarak günümüz dünyasının bir fotoğrafını çekmeye çalışacağım.
Bunu yaparken birçok düşünceme itiraz gelebileceğini tahmin ediyorum. Tek
istediğim, yazdıklarımı kendi durumunuzdan bağımsız olarak, yani dışarıdan bir
gözlemci gibi düşünmenizdir.
Tarihte ilk eşitsizlik ne zaman başlamıştır?
Rousseau "İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı" kitabında bunu
mülkiyet kavramının doğuşuna bağlar. İlk günah, birisinin bir toprak parçasını
çevirip "burası benim" dediğinde başlamıştır der Rousseau. Avcı
toplayıcı toplumlardan yerleşik düzene geçişin bu anlamda özel mülkiyetin
gelişmesinde önemli bir aşama olduğunu kabul edebiliriz. Burada asıl vurgulamak
istediğim, toplumlarda sınıfsal farklılaşmanın özel mülkiyetin kurumsallaşmasıyla
olan ilişkisinin görülmesidir. Çünkü eşitsizliği içinden çıkılamaz bir girdaba
döndüren etken, sınıfsal farklılaşmadır. Bu yapı içerisinde gözardı edilense,
eşitsizliğin her zaman kendini her aşamada yeniden üreten bir olgu olduğu
gerçeğidir. İşte bu gerçek, zenginin zengin, fakirin fakir doğmasını sağlar. Zaman
içinde bu devinim sınıfsallaşmaya yol açar. Devleti yöneten kişiler açısından
bu sınıfsal yapının korunması, yönetenin meşruiyetini sağlamadaki en önemli
yardımcısıdır. Buna uygun söylem ise, inanç üzerinden oluşturulur. Bütün dini
inançların insanlar yerleşik düzene geçtikten sonra ortaya çıkması ve hepsinin
de sınıfsal farklılığı (köle-efendi, zengin-fakir) az ya da çok gözetmesi bir
rastlantı değildir. Yöneten sınıf her zaman, sorgulanmayan bir sınıfsal yapıyı
kendisi açısından güvence olarak gördüğü için, bunu sorgulatmayan bir inanç
sistemi ile desteklemeyi tercih etmiştir.
Toplumlarda
sınıfsal bir sıradüzen (hiyerarşi) oluştuktan sonra bunu kabul ettiren araçlar
olduğu gibi, insanlara bir üst sınıfa geçebilme ihtimali ve umudu da
pazarlanır. Çünkü bu, yapının karşısındaki en büyük risk, sınıfsal
farklılaşmanın yarattığı ortamın kendi zararına olduğunu anlayanlardır ve en
büyük destek insanlara görüp de hayalini kurduklarına ulaşma ihtimalini
pazarlamaktır. Bu çerçevede bazı toplumlarda sınıflar arası geçişkenlik yüksek
olduğundan toplumsal gerilim oluşmazken, bazı toplumlarda bu geçişkenlik düşük
olduğundan toplumsal yapı gerilim üretmeye daha yatkındır. Toplumsal gerilim
üretmeye yatkın yapılarda, dinin ve ideolojinin "gerçek satamıyorsan hayal
sat" mantığı ile insanlara durumu kabullenme yönünde telkinde bulunduğu
görülür. Bu tür toplumlarda dinin ağırlığı ilkine göre daha fazladır. Özel mülkiyetin
kutsanması her iki yolla da desteklenir. Burada konumuz din olmadığından, dinin
felsefi dönüşümünü ele almıyorum ancak eşitlik konusunda daha tutarlı olan
inanç sistemleri bile, toplumsal yapıda egemen sınıfın ihtiyaçlarına göre
felsefi bir dönüşüm geçirmektedir. Bir çok örneği olan bu konuya burada
değinmemeyi tercih ediyorum.
Marks,
tarihsel gelişimin bir aşamasında ortaya çıkan devletin tarihsel zorunluluklar ortadan
kalktıktan sonra ortadan kalkacağını savunmuştur.Toplumların tarihsel
aşamalarında beş kategoride ele almıştır; 1. İlkel toplum, 2. Feodal toplum, 3.
Kapitalist toplum, 4. Sosyalist toplum, 5. Komünist toplum. Bu çerçevede Marks,
kapitalizmin gelişmeci ve ilerici bir rol oynadığını kabul etmekle birlikte,
kendi iç çelişkilerinden dolayı (emeğin ve doğanın sömürüsü, sınıfsal yapı)
diyalektik süreçte yıkılacağını ve diğer bir toplumsal aşama olan sosyalist
topluma geçileceğini öngörmektedir. Marks ve Engels tarafından yazılan ve Şubat
1848'de yayımlanan "Komünist Manifesto", ilerici bir topluma geçiş
için 10 maddede çözüm önerilerini sunmaktadırlar. Bu maddelerden ilki "Toprak
mülkiyetinin kaldırılması ve bütün toprak rantlarının kamu yararına
kullanılması", üçüncüsü ise " Bütün miras haklarının kaldırılması"
olarak belirtilmiştir. Burada amacım, komünist manifesto savunusu yapmak
değildir. Bu tercihim, bunu yanlış bulduğumdan değil, konumuzun eşitlik üzerine
oluşundandır. Bu iki madde dikkatle ele alındığında aslında toplumdaki eşitliği
bozan sınıfsal yapıyı kökten değiştirmek üzerine devrimci bir kurgu olduğu görülmektedir.
İlk anda bu maddelere itiraz edebilecek çok insan çıkacağını tahmin
edebiliyorum. Ama bunları anlayabilmek için Marks'ın emeğin sömürüsü ve doğanın
sömürüsü üzerine görüşlerinin iyi analiz edilmesi gerekmektedir.
Günümüzde
egemen sınıfın talepleri doğrultusunda kıyıların yağmalanmasını, kamu
arazilerinin kamu yararı gözetilmeden özelleştirilmesini, imar planlarından
yaratılan rantın toplumun çok küçük bir kesimi tarafından sırtlanların ölü bir
geyiği parçalaması gibi paylaşılmasını içine sindirecek vatansever bir insan
olduğunu düşünmüyorum. Ancak söz konusu olan mütevazi bir evin çocuklarına bırakılması
olunca herkes miras savunuculuğuna başlıyor. Burada ideolojinin toplumsal
tutarlılığı nasıl dağıttığı görülmektedir. Oysa bakın, manifestodaki çözüm
önerilerinin onuncu maddesinde "Bütün çocuklar için devlet okullarında
parasız eğitim. Bugünkü biçimi içerisinde çocukların fabrikalarda çalıştırılmalarına
son verilmesi" yer almaktadır. Yani herkesin eşit eğitim hakkının
sağlanması demektir bu. Bunun yanında bu önlemlerin farklı ülkelerde farklı
olacağı da vurgulanmıştır. Yani mesele bir evin miras bırakılması hakkı
değildir. Bu yapı içerisinde bile eşitliği sağlamaya yönelik atılabilecek
adımlar mümkündür. Ama bütün mesele bu konuda bir iradenin ortaya konması
meselesidir. Bunun için siyasi iktidarın belirlediği politikalarda kamu
yararının öncelemesi, sosyal sınıflar arasındaki geçişkenliğin fırsat eşitliği
temelinde çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Yoksa ilkokul müfredatında yer
alan kitaplarda "zengini de fakiri de Allah yarattı" söylemi, var
olan eşitsizliği sürdürmekten, eşitsiz sınıfsal yapıları korumaktan başka hiç
bir şeye hizmet etmeyecektir. Bu noktada tutarlılık, eşitsizliğin ne olduğu
konusunda bir karara varmaktır. Herkes çıkarına hizmet ettiğini sandığı küçük
çıkarların peşinde koşmaya devam ederse, toplumsal faydanın sağlanması asla
mümkün olmaz. Sizin çocuklarınız çok çalışıp ulaşabilecekleri bir cennet ile
boyun eğen bir insan olup öldükten sonra ulaşabileceği cennet arasında bir
tercihe zorlanırken, bir kısım egemen sınıf destekçisi siyasetçilerin çocuklarına,
yurt dışı eğitim ve çeşitli vakıflar aracılığıyla kaynaklar aktarılıp bu
dünyada cennet altın tepside sunuluyorsa, burada eşitlik yoktur. Anayasanın
onuncu maddesinde yer alan "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî
düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım
gözetilmeksizin kanun önünde eşittir" ifadesi bile eşit olmayan insanlar
arasında eşitlik varmış gibi yapmaktan öteye geçemez.
Eşitlik
konusunda kişisel beklentilerin dışında ortak bir kavramsal çerçevede
buluşamadığımız sürece, birilerinin eşitlik kavramından anladığını yaşayıp
kendi eşitlik anlayışımızla bunları eleştirmeye ve eşitliğe özlem duymaya devam
edeceğiz. Eşitsizlikleri ve onları üreten etkenleri görmeden, sahip olduğumuzu
sandığımız maddi değerlerle avunacağız. Çocuklarımıza bırakacağımız eşitsizlik
üreten yapıyı eleştirmeden varımızı yoğumuzu onların eğitimine (!)
harcayacağız. Öncelikle kendimize sormamız gereken soru, sınıfsız eşit bir
toplum için nelerden vazgeçebileceğimizdir. Son model arabamız, sık sık
değiştirdiğimiz cep telefonumuz, havuzlu evlerimiz, yazlıklarımız ve
kışlıklarımız bizim için huzur ve mutluluğun maddi tanımı gibi görünse de
insanlığın yok oluşuna doğru giden yolun kilometre taşlarıdır. Ayrıca o çok
sevdiğimiz çocuklarımızın geleceğini de mahveden eşitsiz bir düzenin temel
dayanağıdır.
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
Varlığın, yokluğun, adaletin eşitçe paylaşıldığı insanca yaşanır dünyaya özlem duyan bir insan olarak yalın anlatımınızla düşüncelerime ışık tuttunuz. Teşekkür ederim.
YanıtlaSilEşitsizliğin en güzel aktarımı olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSilSöylediklerinize tamamıyla katiliyorum 👏👏
YanıtlaSil