6 Ağustos 2021 Cuma

 

ORMAN YANGININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

         Sevgili dostlar bir haftadır ülkede devam eden orman yangınları, kamu yönetimi ve siyaset bilimi açısından büyük bir tartışma alanı yaratmaktadır. Farklı açılardan bu olayı değerlendirmeye çalışacağım. Bundan önce, afet yönetimi alanında yazdığım bir çok makalenin hazırlanmasında yaptığım araştırmaların verdiği bilgi ve tecrübe ile şunu ifade etmek isterim. Bilimsel bilgiye sahip insanların itibar görmediği toplumlar, vasat altı siyasetçiler tarafından yönetilmeye mahkumdur. Üniversitelerin kamu politikalarını rahatça tartışmaya korktuğu bir ülkede bu politikaların yanlışlarını, hatalarını kim görebilir ve söyleyebilir? Bir kısım akademisyen titrine sahip ancak akademik ahlaktan nasibini almamış ve sıradan bir iş yapıp karşılığında para aldığını düşünen inanlardan bilimsel değer taşıyan bir tartışma çıkması beklenemez. Katıldığım bir çok akademik etkinlikte, doğru bildiğini söylemekten çekinen, unvanları cesaretlerinden büyük akademisyenler tanıdım. Gerçekten her durumda onurlu duruşunu muhafaza eden bütün akademisyenleri tenzih ederim. Öncelikle belirtmem gerekir ki, ülkenin bugün yaşadığı sorunlarda görevini yapmayan/yapamayan akademinin payı büyüktür.

         Afet yönetiminin en önemli bileşeni, risklerin doğru değerlendirilip, önlemlerin birbiriyle uyumlu şekilde planlanmasıdır. Günümüzde afet yönetimi yaklaşımlarındaki gelinen aşamada odak noktasının afete müdahaleden risk yönetimine kaydığını söyleyebiliriz. Bu temel anlayış, günümüz afet yönetiminin planlama, örgütlenme ve uygulamasının büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur. Bu çerçevede afet riskini doğuran kamu politikalarının daha çok tartışılması, daha iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir kamu politikası, afet riskini nasıl doğurabilir? Bunun örnekleri birçok afet olayında görülebilir. Örneğin enerji politikalarının nükleer enerji konusundaki tercihi, nükleer santrallerde yaşanabilecek büyük ölçekli kazaların afete dönüşmesine neden olabilir. En yakın örneği olarak ele alırsak, Kemerköy Termik Santralinin orman yangınından etkilenmesiyle yaşananlar, birçok risk değerlendirmesinin yanlış yapıldığı bir kamu politikası süreci içerisinde değerlendirilebilir. Enerji politikası çerçevesinde tercih termik santral olmuş, bu termik santral ormanlık alanın içine yapılmış, daha da vahimi, bir orman yangını ihtimalinde yaşanabilecek riskler dikkate alınmamış ve bu konuda etkili bir planlama yapılmamıştır. Oysa her aşamada aldığınız riske uygun tedbirler alarak, afet ihtimalini azaltmak mümkündür.

         Kentleşme politikaları ve buna bağlı imar planları ile oluşan riskler ise, belki de yaşadığımız afette en çok konuşulması gereken konulardan biridir. Yerleşime açılmaması gereken orman alanları ve kıyıların büyük bir yangında nasıl bir tehlike unsuru olduğu görülmüştür. İktidar gücünü kullanma imkanını bulan kişi ve gruplar, kendilerine özel imar plan değişiklikleri ile, kıyılarda ve ormanlık alanlarda konutlar yaparak buralardan rant sağlamışlardır. Bu grupların içerisinde kamu görevlilerini, yargı mensuplarını ve bunların isimleriyle anılan siteleri görmek mümkündür. Bu sorun 20 yılın sorunu da değildir. Toplumsal düzeyde ahlaki yapının sorgulanmasını gerektiren bir durumdur. 2012 yılında çıkarılan 6360 Sayılı Kanun ile, 30 ilin büyükşehir belediye sınırları mülki sınırları olarak belirlenmiş, bu illerdeki köyler kamu tüzel kişililerini yitirerek mahalleye dönüştürülmüştür. Köylerin tüzel kişiliği kaybetmesi ile, köy muhtarlarının tüzel kişiliği temsil yetkisi de ortadan kalkmış, köylere ait ortak alanlar (mera vb.) üzerinde köylünün hakkını savunacak bir makam kalmamıştır. Elbette bir önceki yazımda vurguladığım gibi, böyle bir kanunun çıkarılmasında kamu yararının nerede olduğu sorgulanmalıdır. Bilindiği üzere kamu politikaları yasalarla somut bir biçime bürünür. Bu yasa da, hükümetin izlediği politikanın vücut bulmuş halidir. Ama politika sonuçları açısından bakıldığında, ormanlık ve yeşil alanların maruz kaldığı saldırılarda çok büyük artış meydana gelmiştir. Taş ocağı, maden arama, HES (Hidro Elektrik Santrali), turizm teşvik gibi gerekçelerle ülkenin doğal alanlarında büyük tahribatlar oluşmuştur. Hükümetin kamu yararına aykırı tutumunu denetleyebilecek kurumların yıpratılması ve ortadan kaldırılması neticesinde, kamu yönetiminin temel ilkesi olan kamu yararı kavramı, sorgulanamaz ve aranamaz olmuştur. Yaşadığımız yangın felaketini hazırlayan adımların burada aranmasında fayda vardır.

         Bazen risk değerlendirmesi doğru yapılsa da önlemler yeteri kadar alınsa da afet olgusu ortaya çıkabilir. Bunun en somut örneği, 2011 yılında Japonya'da yaşanan Tohoku depremi sonrasında Fukuşima Nükleer Santralinde yaşananlardır. Her ne kadar her şey doğru görünse de felakete engel olunamamıştır. Diğer bir deyişle, o santral oraya yapıldığında istatistiki verilerden yola çıkarak alınabilecek önlemlerin bile yetersiz kalabileceğinin öngörülmesi gerekirdi ancak politika tercihi bunu göze almıştır. Afet ortaya çıktıktan sonra artık müdahalenin etkin yapılması önem kazanır. Müdahaleyi etkin kılmak için ise, çeşitli senaryolar üzerinden en kötünün öngörülüp, planlamanın buna göre yapılması önemlidir. Müdahalede etkinliğin temeli, doğru örgütlenme ile afete müdahale araçlarının doğru yerde ve doğru zamanda bulundurulmasıdır. Yaşadığımız yangın felaketinde en büyük eksiklik, orman yangınlarına müdahalede etkin bir şekilde kullanıldığı bilinen yangın söndürme uçaklarının bulunmayışıdır. Kamu yararına aykırı olarak orman yangınlarına müdahale faaliyetlerinin özelleştirilmesi neticesinde Türk Hava Kurumu, var olan uçaklarının bakımını yapamaz duruma getirilmiş, böylesi büyük bir felaket için eldeki en etkili araçlar, kamu politikası yoluyla devre dışı bırakılmıştır. Bunun hiç bir gerekçe ve siyasi düşünce ile savunulabilir tarafı yoktur. Çünkü yaşananlar, bu kamu politikası sürecinde kamu yararı olmadığını ortaya koymaktadır.

         Olayın örgütlenme boyutuna baktığımızda, yerel yönetim ile merkezi yönetimin afete müdahalede etkin bir işbirliği içerisinde hareket etmesi beklenir. Burada şunun altını çizmekte fayda bulunmaktadır. Anayasanın 123'üncü maddesinde "İdare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır." ifadesi ile gerek yerel yönetimin, gerek merkezi yönetimin bir bütünün iki parçası olduğu vurgulanmıştır. Ancak ilginç şekilde yerel yönetimler, yangın sonrasında merkezi yönetimin hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu durumu devlet geleneği ve devlet aklı ile açıklamak mümkün değildir. Ormanlık alanlarda oluşan yangınlar yerel yönetimin doğrudan suçu ve sorumluluğu olmayacağı gibi, yangına müdahalede başarısız kalınması ile bu başarısızlık algısını çarpıtma çabalarının kamu yararı açısından hiç bir faydası bulunmamaktadır. Oysa kamu yöneticileri her faaliyet ve davranışında kamu yararını gözetmek zorundadır. Afetlerle mücadele topyekun yürütülmesi gereken bir mücadeledir ve bütün kamu kurumlarının imkan ve kabiliyetleri ulusal düzeyde bir planda birleştirilerek kullanılmalıdır. Zaten Türkiye Afet Müdahale Planı da bunu öngörmektedir Bu kapsamda her kurum ve kuruluşun afet müdahale planlarının hazır ve güncel olması beklenir. Elbette kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı önemlidir. Her belediyenin kendi uçağını alması verimlilik açısından sorgulanabilir. Ancak devletin elinde müdahale uçağı bulunmaması, asla kabul edilemez bir durumdur.

         Yangınla birlikte canlıların afet bölgesinden tahliyesine ilişkin güncel bir plan olmadığı da anlaşılmıştır. Elbette kamu yöneticilerinin ülkenin doğal varlıklarının korunması açısından bakış açıları önemlidir. Ölen canlılar için "parası neyse karşılarız" türünden vicdani değerlerden yoksun bir bakış açısı, aslında yaşanan felaketin çok da beklenmeyen bir şey olmadığını gösteriyor. Kamu yöneticilerinin vicdani, insani, etik duruşlarının kamu yararı ile yakın bir ilişkisinin bulunduğu açıktır. Son söz olarak şunu söyleyebiliriz; elma ağacında armut yetişmez.  

         Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

2 yorum:

  1. Sadece doğal afet planı bence yetmez azizim. Allah korusun bir nükleer taarruzda ne ordunın ne halkın aktif/pasif savunmaya yönelik tedbirleri de çok kısıtlıdır. Yada yok denecek kadar azdır. Mesela kaç konutun yada sitenin gerçek bir nükleer saldırı sonrası stok ve barınma eylem planı somut olarak vardır? Olabilecek her türlü felakelere hazırlıklı ülkeler itibarlı ülkelerdir.

    YanıtlaSil
  2. Ne zaman afetlerde O'cü Bu'cü demekten vazgeçeceği işte o gün birlik olmanın ne guzel sey oldugunu öğreneceğiz.
    Makam mevki gidici bu VATAN kalıcı.

    YanıtlaSil