ORMAN YANGININ
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Sevgili
dostlar bir haftadır ülkede devam eden orman yangınları, kamu yönetimi ve
siyaset bilimi açısından büyük bir tartışma alanı yaratmaktadır. Farklı
açılardan bu olayı değerlendirmeye çalışacağım. Bundan önce, afet yönetimi
alanında yazdığım bir çok makalenin hazırlanmasında yaptığım araştırmaların
verdiği bilgi ve tecrübe ile şunu ifade etmek isterim. Bilimsel bilgiye sahip
insanların itibar görmediği toplumlar, vasat altı siyasetçiler tarafından
yönetilmeye mahkumdur. Üniversitelerin kamu politikalarını rahatça tartışmaya
korktuğu bir ülkede bu politikaların yanlışlarını, hatalarını kim görebilir ve
söyleyebilir? Bir kısım akademisyen titrine sahip ancak akademik ahlaktan
nasibini almamış ve sıradan bir iş yapıp karşılığında para aldığını düşünen
inanlardan bilimsel değer taşıyan bir tartışma çıkması beklenemez. Katıldığım
bir çok akademik etkinlikte, doğru bildiğini söylemekten çekinen, unvanları
cesaretlerinden büyük akademisyenler tanıdım. Gerçekten her durumda onurlu
duruşunu muhafaza eden bütün akademisyenleri tenzih ederim. Öncelikle belirtmem
gerekir ki, ülkenin bugün yaşadığı sorunlarda görevini yapmayan/yapamayan akademinin payı
büyüktür.
Afet
yönetiminin en önemli bileşeni, risklerin doğru değerlendirilip, önlemlerin
birbiriyle uyumlu şekilde planlanmasıdır. Günümüzde afet yönetimi
yaklaşımlarındaki gelinen aşamada odak noktasının afete müdahaleden risk
yönetimine kaydığını söyleyebiliriz. Bu temel anlayış, günümüz afet yönetiminin
planlama, örgütlenme ve uygulamasının büyük ölçüde değişmesine neden olmuştur.
Bu çerçevede afet riskini doğuran kamu politikalarının daha çok tartışılması,
daha iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir kamu politikası, afet riskini
nasıl doğurabilir? Bunun örnekleri birçok afet olayında görülebilir. Örneğin
enerji politikalarının nükleer enerji konusundaki tercihi, nükleer santrallerde
yaşanabilecek büyük ölçekli kazaların afete dönüşmesine neden olabilir. En
yakın örneği olarak ele alırsak, Kemerköy Termik Santralinin orman yangınından
etkilenmesiyle yaşananlar, birçok risk değerlendirmesinin yanlış yapıldığı bir
kamu politikası süreci içerisinde değerlendirilebilir. Enerji politikası
çerçevesinde tercih termik santral olmuş, bu termik santral ormanlık alanın
içine yapılmış, daha da vahimi, bir orman yangını ihtimalinde yaşanabilecek
riskler dikkate alınmamış ve bu konuda etkili bir planlama yapılmamıştır. Oysa
her aşamada aldığınız riske uygun tedbirler alarak, afet ihtimalini azaltmak
mümkündür.
Kentleşme
politikaları ve buna bağlı imar planları ile oluşan riskler ise, belki de
yaşadığımız afette en çok konuşulması gereken konulardan biridir. Yerleşime
açılmaması gereken orman alanları ve kıyıların büyük bir yangında nasıl bir
tehlike unsuru olduğu görülmüştür. İktidar gücünü kullanma imkanını bulan kişi
ve gruplar, kendilerine özel imar plan değişiklikleri ile, kıyılarda ve
ormanlık alanlarda konutlar yaparak buralardan rant sağlamışlardır. Bu
grupların içerisinde kamu görevlilerini, yargı mensuplarını ve bunların isimleriyle
anılan siteleri görmek mümkündür. Bu sorun 20 yılın sorunu da değildir.
Toplumsal düzeyde ahlaki yapının sorgulanmasını gerektiren bir durumdur. 2012
yılında çıkarılan 6360 Sayılı Kanun ile, 30 ilin büyükşehir belediye sınırları
mülki sınırları olarak belirlenmiş, bu illerdeki köyler kamu tüzel kişililerini
yitirerek mahalleye dönüştürülmüştür. Köylerin tüzel kişiliği kaybetmesi ile,
köy muhtarlarının tüzel kişiliği temsil yetkisi de ortadan kalkmış, köylere ait
ortak alanlar (mera vb.) üzerinde köylünün hakkını savunacak bir makam
kalmamıştır. Elbette bir önceki yazımda vurguladığım gibi, böyle bir kanunun
çıkarılmasında kamu yararının nerede olduğu sorgulanmalıdır. Bilindiği üzere
kamu politikaları yasalarla somut bir biçime bürünür. Bu yasa da, hükümetin
izlediği politikanın vücut bulmuş halidir. Ama politika sonuçları açısından
bakıldığında, ormanlık ve yeşil alanların maruz kaldığı saldırılarda çok büyük
artış meydana gelmiştir. Taş ocağı, maden arama, HES (Hidro Elektrik Santrali),
turizm teşvik gibi gerekçelerle ülkenin doğal alanlarında büyük tahribatlar
oluşmuştur. Hükümetin kamu yararına aykırı tutumunu denetleyebilecek kurumların
yıpratılması ve ortadan kaldırılması neticesinde, kamu yönetiminin temel ilkesi
olan kamu yararı kavramı, sorgulanamaz ve aranamaz olmuştur. Yaşadığımız yangın
felaketini hazırlayan adımların burada aranmasında fayda vardır.
Bazen
risk değerlendirmesi doğru yapılsa da önlemler yeteri kadar alınsa da afet
olgusu ortaya çıkabilir. Bunun en somut örneği, 2011 yılında Japonya'da yaşanan
Tohoku depremi sonrasında Fukuşima Nükleer Santralinde yaşananlardır. Her ne
kadar her şey doğru görünse de felakete engel olunamamıştır. Diğer bir deyişle,
o santral oraya yapıldığında istatistiki verilerden yola çıkarak alınabilecek
önlemlerin bile yetersiz kalabileceğinin öngörülmesi gerekirdi ancak politika
tercihi bunu göze almıştır. Afet ortaya çıktıktan sonra artık müdahalenin etkin
yapılması önem kazanır. Müdahaleyi etkin kılmak için ise, çeşitli senaryolar
üzerinden en kötünün öngörülüp, planlamanın buna göre yapılması önemlidir.
Müdahalede etkinliğin temeli, doğru örgütlenme ile afete müdahale araçlarının
doğru yerde ve doğru zamanda bulundurulmasıdır. Yaşadığımız yangın felaketinde
en büyük eksiklik, orman yangınlarına müdahalede etkin bir şekilde kullanıldığı
bilinen yangın söndürme uçaklarının bulunmayışıdır. Kamu yararına aykırı olarak
orman yangınlarına müdahale faaliyetlerinin özelleştirilmesi neticesinde Türk
Hava Kurumu, var olan uçaklarının bakımını yapamaz duruma getirilmiş, böylesi
büyük bir felaket için eldeki en etkili araçlar, kamu politikası yoluyla devre
dışı bırakılmıştır. Bunun hiç bir gerekçe ve siyasi düşünce ile savunulabilir
tarafı yoktur. Çünkü yaşananlar, bu kamu politikası sürecinde kamu yararı
olmadığını ortaya koymaktadır.
Olayın
örgütlenme boyutuna baktığımızda, yerel yönetim ile merkezi yönetimin afete
müdahalede etkin bir işbirliği içerisinde hareket etmesi beklenir. Burada şunun
altını çizmekte fayda bulunmaktadır. Anayasanın 123'üncü maddesinde "İdare,
kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve
görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır."
ifadesi ile gerek yerel yönetimin, gerek merkezi yönetimin bir bütünün iki
parçası olduğu vurgulanmıştır. Ancak ilginç şekilde yerel yönetimler, yangın
sonrasında merkezi yönetimin hedef tahtasına oturtulmuştur. Bu durumu devlet
geleneği ve devlet aklı ile açıklamak mümkün değildir. Ormanlık alanlarda
oluşan yangınlar yerel yönetimin doğrudan suçu ve sorumluluğu olmayacağı gibi, yangına
müdahalede başarısız kalınması ile bu başarısızlık algısını çarpıtma
çabalarının kamu yararı açısından hiç bir faydası bulunmamaktadır. Oysa kamu
yöneticileri her faaliyet ve davranışında kamu yararını gözetmek zorundadır.
Afetlerle mücadele topyekun yürütülmesi gereken bir mücadeledir ve bütün kamu
kurumlarının imkan ve kabiliyetleri ulusal düzeyde bir planda birleştirilerek
kullanılmalıdır. Zaten Türkiye Afet Müdahale Planı da bunu öngörmektedir Bu
kapsamda her kurum ve kuruluşun afet müdahale planlarının hazır ve güncel
olması beklenir. Elbette kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı önemlidir.
Her belediyenin kendi uçağını alması verimlilik açısından sorgulanabilir. Ancak
devletin elinde müdahale uçağı bulunmaması, asla kabul edilemez bir durumdur.
Yangınla
birlikte canlıların afet bölgesinden tahliyesine ilişkin güncel bir plan
olmadığı da anlaşılmıştır. Elbette kamu yöneticilerinin ülkenin doğal
varlıklarının korunması açısından bakış açıları önemlidir. Ölen canlılar için
"parası neyse karşılarız" türünden vicdani değerlerden yoksun bir
bakış açısı, aslında yaşanan felaketin çok da beklenmeyen bir şey olmadığını
gösteriyor. Kamu yöneticilerinin vicdani, insani, etik duruşlarının kamu yararı
ile yakın bir ilişkisinin bulunduğu açıktır. Son söz olarak şunu
söyleyebiliriz; elma ağacında armut yetişmez.
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
Sadece doğal afet planı bence yetmez azizim. Allah korusun bir nükleer taarruzda ne ordunın ne halkın aktif/pasif savunmaya yönelik tedbirleri de çok kısıtlıdır. Yada yok denecek kadar azdır. Mesela kaç konutun yada sitenin gerçek bir nükleer saldırı sonrası stok ve barınma eylem planı somut olarak vardır? Olabilecek her türlü felakelere hazırlıklı ülkeler itibarlı ülkelerdir.
YanıtlaSilNe zaman afetlerde O'cü Bu'cü demekten vazgeçeceği işte o gün birlik olmanın ne guzel sey oldugunu öğreneceğiz.
YanıtlaSilMakam mevki gidici bu VATAN kalıcı.