6 Kasım 2021 Cumartesi

 TÜRKİYE ÜZERİNE GÜNCEL SİYASİ DEĞERLENDİRMELER

     Sevgili dostlar, ülke gündeminin girdabında bir çok yapmak istediğimizi gerçekleştiremeden zamanın hızlı akışını algıladığımızda şaşkınlık yaşayabiliyoruz. Uzunca bir süre bu girdaba kendimi kaptırdığımı ve yazı yazmaktan uzaklaştığımı hissettiğimde yaşadığım şaşkınlık böyle bir şeydi. Ülkemiz siyasi olarak oldukça yoğun ve gerilimli günlerden geçiyor. İnsanların bir çoğunda bulunan olan biteni anlama çabası, kısır ve zihinsel derinliği olmayan tartışmalar arasında kaybolup gidiyor. Burada öncelikle sorgulanması gereken, yetersiz enformasyondur. Demokrasinin en önemli koşullarından biri, alternatif enformasyon olarak bilinir. Yani demokratik bir rejimde vatandaşlar çok çeşitli kanallardan farklı bilgi ve yorumlara ulaşabilmelidir. Halk egemenliğinin temeli olan demokrasinin etkin biçimde işleyebilmesi için vatandaşın olan biten hakkında doğru ve çeşitli kanallardan bilgi sahibi olması, bu bilgileri yorumlayabilmesi ve karar mekanizmalarında katılımının mümkün olması gerekmektedir. Eksik bilgi, yanlış yorum ve yetersiz katılım, siyasetin güç alanını genişletirken vatandaşın hareket alanını da daraltıcı etki yapabilmektedir. Böyle bir durumda hukuk devleti olmanın sonucu olarak normlarla hareket alanı sınırlanmış bir siyasi iktidar, bu alanı daha fazla genişletmek için mücadeleye girişebilmekte ve hukuk devletinin temel ilkeleri zedelenebilmektedir. Sonuçta Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve özgülükler aşındırılmakta ve halkın kendi kendini yönetmesi, "sadece izin verildiği kadar" mümkün olabilmektedir.

         Öncelikle sağ ve sol kavramlarının siyaseten ne ifade ettiği üzerinde durmakta fayda vardır. 1789 Fransız Devrimi sonrası Parlamento başkanının sağında oturanlar, siyaseten monarşi yanlısı ve dinin toplumsal yaşamdaki etkin varlığını savunanlardan oluşuyordu. Bu yıllardan itibaren kullanıla gelen sağ kavramı zaman içerisinde muhafazakarlık, liberallik, milliyetçilik ve Hıristiyan demokratlık gibi görüşleri de içeren geniş bir anlam yelpazesini ifade eder hale gelmiştir. Burada milliyetçilikle ilgili bir parantez açmak gerekebilir. Günümüzde anladığımız anlamdaki milliyetçilik 17. Yüzyılda ulus devletlerin ortaya çıkışıyla anlam kazanmış bir kavramdır. Sağ kavramı gibi oturma düzeninden adını alan sol kavramı ise, özgürlük yanlısı halkçıları tanımlamakta kullanılan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 19. Yüzyılda yaşanan fikir akımlarının da etkisi ile, eşitlikçi, özgürlükçü ve emekten yana tutum takınan siyasi bir duruşu ifade etmekte kullanılagelmiştir. Gerek sağ, gerek sol olsun merkezden aşırı uçlara kadar uzanan çok geniş bir yelpazede ele alınabilmektedir. Ancak 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan yeni sağ kavramının toplumun geniş kesimlerinde yarattığı memnuniyetsizlik, gelir adaletsizliği ve sermaye yanlısı politikaları meşrulaştırıcı işlevi sonrasında, özellikle 2000'li yıllarla birlikte, sağ siyasetin solun savunduğu kavramlara yaklaşmaya başladığı gözlenmektedir. Ancak her ne kadar bu kavramları savunmaya başlamış görünse de sağ ideoloji için eşitlik, emek ve sınıfsal mücadele kavramları eklektik görünmektedir. Yani ait olmadığı bir kavram setine yamanmış gibi durmaktadır. Yine de sağ ve sol arasındaki mesafenin merkeze yaklaştıkça silikleştiği bir dönem başlamış görünmektedir. Elbette burada yaptığımız tanımlamalar, siyasi ahlaktan yoksun maskeli siyasi iktidarlar için geçerli değildir. Siyasi tercihler değişebilir ancak ahlaksızlık, yolsuzluk gibi çürümeler birer siyasi tercih olarak görülemez.

         Türkiye'de kendisini net olarak sağda konumlandıran AKP, 2002 Kasım seçimlerinden bugüne kadar iktidardadır. İktidarının ilk yıllarında liberal değerleri sahiplenmiş görünse de geçen zamanla farklı dini cemaatlerle birlikte hareket ettiği görüşü yaygın olarak toplumda zemin bulmaktadır. Hatta Cumhuriyet'in Anayasada yazılı nitelikleriyle çoğu kez kavga halinde görüntü vermesi, AKP'nin bir tarikatlar koalisyonu olduğu görüşünü güçlendirmektedir. Siyasi iktidarlar, toplumun çeşitli kesimleriyle irtibat kurabilir, onların hoşuna gidecek uygulamalara yönelebilir. Bu durum siyasetin doğasında vardır. Ancak iş, Anayasal dayanakların aşındırılmasına geldiğinde sorun sadece bir politika tercihi olmaktan öteye geçer. Çünkü siyasal iktidarların halktan aldığı yetki, koşulsuz ve sınırsız bir yetki değildir. Bu nedenle hukuk devletlerinde kuvvetlerin denge-fren mekanizmaları ile birbirinden ayrı ve uyum içinde hareket etmesi beklenir. AKP iktidarının rejim değişikliği ile birlikte varlığını sürdürmeye devam etmesi, kendisini merkezden uzak sağda tanımlayan bir başka siyasi parti ile mümkün olmuştur. MHP'nin bu anlamda AKP ile kurduğu ve "Cumhur İttifakı" olarak tanımlanan yapı, demokratik değerlerden, hukuk devleti ilkelerinden uzaklaşan bir rejimi beslemeye, savunmaya ve kullanmaya başlamıştır. Aslında bu durum çok da sürpriz değildir. Çünkü Anayasa değişikliği ile tesis edilen yeni rejimin demokrasinin en önemli unsuru olan kuvvetler ayrılığını ortadan kaldırmaya elverişli bir ortam yarattığı çok açıktır. Seçmen açısından bakıldığında, ekonomik değişkenlerdeki olumsuzluklar arttıkça siyasi iktidarı oluşturan partilerin oy oranlarında erime dikkat çekici boyutlardadır. Ancak bireysel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamaların halkta aynı oranda etki yaratmaması, sorgulanması gereken bir konudur. Bunun birkaç nedeni olabilir; 1. Seçmen kitlesinin eğitim düzeyinin sorunları yorumlamaya yeterli düzeyde olmaması, 2. Seçmen kitlesinin demokrasinin önemli koşullarından biri olan alternatif enformasyondan mahrum olması ve bilgi sahibi olamaması, 3. İnanç ve ideoloji düzlemindeki aidiyet duygusunun çok güçlü olması, 4. Ekonomik olarak düşük düzeydeki seçmen kitlesinin önceliğinin temel ihtiyaçların karşılanmasıyla sınırlı olması. Bu sebeplerden bir ya da bir kaçı geçerli olabilir.

         Dış politikada yaşanan olumsuz gelişmelere paralel olarak ekonomik olumsuzlukların da artışı, ülkeyi gün geçtikçe yönetilmesi daha zor bir kriz ortamına sürüklüyor görünmektedir.  Özellikle son dönemde gündeme gelen bir tartışma konusu, ittifakın küçük ama etkili bileşeni olan MHP'nin olası bir çöküşün sorumluluğunu üzerinden atmak isteyerek ittifakı bozup ülkeyi erken seçime götürebilecek bir yola girmesi ihtimalidir. Gerçek anlamda iktidarın bir parçası olmadan iktidarın sağladığı olanaklardan faydalanan MHP'nin böyle bir yola girip girmeyeceği tartışılsa da, ben burada Türk siyaseti açısından daha farklı bir soruyu gündeme getirmek istiyorum. Varsayalım MHP böyle bir yola girdi. Bu durumda muhalefetin seçmen tabanındaki ve partilerindeki reaksiyon ne olabilir? İttifak içerisindeki varlığı ile birlikte oy oranı günden güne eriyen bir MHP, yeniden kendisinden kopan seçmen için umut olabilir mi? Bu soruya iki açıdan bakmak istiyorum. Birinci olarak, "bir an önce erken seçim olsun ama nasıl olursa olsun" biçiminde siyasi derinlikten yoksun bir bakış açısı ile MHP'nin kurtarıcı gibi görünüp kaybettiği seçmeni kazanma ihtimalinin muhalefet kanadında mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. Çünkü siyasi değerlendirme konusunda gelişmiş bir demokrasinin ihtiyaç duyduğu vatandaş profilinden uzak bir seçmen kitlesinin varlığı, akılcı olmaktan çok duygusal davranışları toplumsal bir tepkiye dönüştürebilir. İkinci olarak, muhalefet bloğunun ilkesel olarak böyle bir durumda MHP'ye karşı ne tutum takınacağının belirli olması gerekliliğidir. Sorunu oluşturan düşünce tarzıyla sorun çözülemez. Muhalefet açısından siyasi tutarlılık ve ilkesel bir duruşun sergilenmesi, muhalefet bloğundan iktidar bloğuna oy geçişkenliğini azaltabilecektir. Siyasi gündemin süratle değişebildiği ülkemizde, bu konu bir süre daha gündemde kalabilir. Ancak temeldeki sorunlar çözülmedikçe, siyasetin umut üretme kapasitesinde sürpriz bir artış beklenmemelidir.  

         Dünyada teknolojinin gelişmesi, vatandaşların özgürlük alanını daraltıyor görünse de, çeşitli ülkelerde kullanılmaya başlanan e-demokrasi uygulamaları, vatandaş katılımını arttırarak siyasetin bilinen alanının değişmesine ve daralmasına neden olmaktadır. Bu durumda siyasetin kişisel çıkarların korunduğu bir alan olmaktan çıkıp, daha çok kamusal çıkarlara hizmet ettiği ve bu hizmetin de normlarla belirlenen alanının gün geçtikçe daha çok daraldığını düşünüyorum. Parlamenter sistemler bu konuda halkın daha fazla yönetime katılma kapasitesini artırma potansiyeline sahip görünmektedir. Bu anlamda muhalefet partilerinin bir kısmının "güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş" konusunda ilke bazında uzlaşmış olmasını değerli ve önemli buluyorum. Ama bütün bunlar olurken siyasetin yapılış tarzından da uzak kalmamalıyız. Ekonomik refahı yetersiz, alternatif enformasyondan yoksun bir toplumda sağlıklı bir siyaset oluşumu şansa kalmış bir olgudur. Ülkenin refahı ve güvenliği kumar masasında ileri sürülebilecek nesneler değildir, olmamalıdır...

                  Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

ozkanleblebici@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder