TÜRKİYE ÜZERİNE GÜNCEL SİYASİ DEĞERLENDİRMELER
Sevgili
dostlar, ülke gündeminin girdabında bir çok yapmak istediğimizi
gerçekleştiremeden zamanın hızlı akışını algıladığımızda şaşkınlık
yaşayabiliyoruz. Uzunca bir süre bu girdaba kendimi kaptırdığımı ve yazı
yazmaktan uzaklaştığımı hissettiğimde yaşadığım şaşkınlık böyle bir şeydi.
Ülkemiz siyasi olarak oldukça yoğun ve gerilimli günlerden geçiyor. İnsanların
bir çoğunda bulunan olan biteni anlama çabası, kısır ve zihinsel derinliği
olmayan tartışmalar arasında kaybolup gidiyor. Burada öncelikle sorgulanması
gereken, yetersiz enformasyondur. Demokrasinin en önemli koşullarından biri,
alternatif enformasyon olarak bilinir. Yani demokratik bir rejimde vatandaşlar
çok çeşitli kanallardan farklı bilgi ve yorumlara ulaşabilmelidir. Halk
egemenliğinin temeli olan demokrasinin etkin biçimde işleyebilmesi için vatandaşın
olan biten hakkında doğru ve çeşitli kanallardan bilgi sahibi olması, bu
bilgileri yorumlayabilmesi ve karar mekanizmalarında katılımının mümkün olması
gerekmektedir. Eksik bilgi, yanlış yorum ve yetersiz katılım, siyasetin güç
alanını genişletirken vatandaşın hareket alanını da daraltıcı etki
yapabilmektedir. Böyle bir durumda hukuk devleti olmanın sonucu olarak
normlarla hareket alanı sınırlanmış bir siyasi iktidar, bu alanı daha fazla
genişletmek için mücadeleye girişebilmekte ve hukuk devletinin temel ilkeleri
zedelenebilmektedir. Sonuçta Anayasa ile güvence altına alınmış temel hak ve
özgülükler aşındırılmakta ve halkın kendi kendini yönetmesi, "sadece izin
verildiği kadar" mümkün olabilmektedir.
Öncelikle
sağ ve sol kavramlarının siyaseten ne ifade ettiği üzerinde durmakta fayda
vardır. 1789 Fransız Devrimi sonrası Parlamento başkanının sağında oturanlar,
siyaseten monarşi yanlısı ve dinin toplumsal yaşamdaki etkin varlığını
savunanlardan oluşuyordu. Bu yıllardan itibaren kullanıla gelen sağ kavramı
zaman içerisinde muhafazakarlık, liberallik, milliyetçilik ve Hıristiyan
demokratlık gibi görüşleri de içeren geniş bir anlam yelpazesini ifade eder
hale gelmiştir. Burada milliyetçilikle ilgili bir parantez açmak gerekebilir.
Günümüzde anladığımız anlamdaki milliyetçilik 17. Yüzyılda ulus devletlerin
ortaya çıkışıyla anlam kazanmış bir kavramdır. Sağ kavramı gibi oturma
düzeninden adını alan sol kavramı ise, özgürlük yanlısı halkçıları tanımlamakta
kullanılan bir kavram olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle 19. Yüzyılda yaşanan
fikir akımlarının da etkisi ile, eşitlikçi, özgürlükçü ve emekten yana tutum
takınan siyasi bir duruşu ifade etmekte kullanılagelmiştir. Gerek sağ, gerek
sol olsun merkezden aşırı uçlara kadar uzanan çok geniş bir yelpazede ele
alınabilmektedir. Ancak 20. Yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkan yeni sağ
kavramının toplumun geniş kesimlerinde yarattığı memnuniyetsizlik, gelir
adaletsizliği ve sermaye yanlısı politikaları meşrulaştırıcı işlevi sonrasında,
özellikle 2000'li yıllarla birlikte, sağ siyasetin solun savunduğu kavramlara
yaklaşmaya başladığı gözlenmektedir. Ancak her ne kadar bu kavramları savunmaya
başlamış görünse de sağ ideoloji için eşitlik, emek ve sınıfsal mücadele
kavramları eklektik görünmektedir. Yani ait olmadığı bir kavram setine yamanmış
gibi durmaktadır. Yine de sağ ve sol arasındaki mesafenin merkeze yaklaştıkça
silikleştiği bir dönem başlamış görünmektedir. Elbette burada yaptığımız
tanımlamalar, siyasi ahlaktan yoksun maskeli siyasi iktidarlar için geçerli
değildir. Siyasi tercihler değişebilir ancak ahlaksızlık, yolsuzluk gibi
çürümeler birer siyasi tercih olarak görülemez.
Türkiye'de
kendisini net olarak sağda konumlandıran AKP, 2002 Kasım seçimlerinden bugüne
kadar iktidardadır. İktidarının ilk yıllarında liberal değerleri sahiplenmiş
görünse de geçen zamanla farklı dini cemaatlerle birlikte hareket ettiği görüşü
yaygın olarak toplumda zemin bulmaktadır. Hatta Cumhuriyet'in Anayasada yazılı nitelikleriyle
çoğu kez kavga halinde görüntü vermesi, AKP'nin bir tarikatlar koalisyonu
olduğu görüşünü güçlendirmektedir. Siyasi iktidarlar, toplumun çeşitli
kesimleriyle irtibat kurabilir, onların hoşuna gidecek uygulamalara
yönelebilir. Bu durum siyasetin doğasında vardır. Ancak iş, Anayasal
dayanakların aşındırılmasına geldiğinde sorun sadece bir politika tercihi
olmaktan öteye geçer. Çünkü siyasal iktidarların halktan aldığı yetki, koşulsuz
ve sınırsız bir yetki değildir. Bu nedenle hukuk devletlerinde kuvvetlerin
denge-fren mekanizmaları ile birbirinden ayrı ve uyum içinde hareket etmesi
beklenir. AKP iktidarının rejim değişikliği ile birlikte varlığını sürdürmeye
devam etmesi, kendisini merkezden uzak sağda tanımlayan bir başka siyasi parti
ile mümkün olmuştur. MHP'nin bu anlamda AKP ile kurduğu ve "Cumhur İttifakı"
olarak tanımlanan yapı, demokratik değerlerden, hukuk devleti ilkelerinden
uzaklaşan bir rejimi beslemeye, savunmaya ve kullanmaya başlamıştır. Aslında bu
durum çok da sürpriz değildir. Çünkü Anayasa değişikliği ile tesis edilen yeni
rejimin demokrasinin en önemli unsuru olan kuvvetler ayrılığını ortadan
kaldırmaya elverişli bir ortam yarattığı çok açıktır. Seçmen açısından
bakıldığında, ekonomik değişkenlerdeki olumsuzluklar arttıkça siyasi iktidarı
oluşturan partilerin oy oranlarında erime dikkat çekici boyutlardadır. Ancak
bireysel hak ve özgürlüklerdeki kısıtlamaların halkta aynı oranda etki
yaratmaması, sorgulanması gereken bir konudur. Bunun birkaç nedeni olabilir; 1.
Seçmen kitlesinin eğitim düzeyinin sorunları yorumlamaya yeterli düzeyde olmaması,
2. Seçmen kitlesinin demokrasinin önemli koşullarından biri olan alternatif
enformasyondan mahrum olması ve bilgi sahibi olamaması, 3. İnanç ve ideoloji düzlemindeki
aidiyet duygusunun çok güçlü olması, 4. Ekonomik olarak düşük düzeydeki seçmen
kitlesinin önceliğinin temel ihtiyaçların karşılanmasıyla sınırlı olması. Bu
sebeplerden bir ya da bir kaçı geçerli olabilir.
Dış
politikada yaşanan olumsuz gelişmelere paralel olarak ekonomik olumsuzlukların
da artışı, ülkeyi gün geçtikçe yönetilmesi daha zor bir kriz ortamına
sürüklüyor görünmektedir. Özellikle son
dönemde gündeme gelen bir tartışma konusu, ittifakın küçük ama etkili bileşeni
olan MHP'nin olası bir çöküşün sorumluluğunu üzerinden atmak isteyerek ittifakı
bozup ülkeyi erken seçime götürebilecek bir yola girmesi ihtimalidir. Gerçek
anlamda iktidarın bir parçası olmadan iktidarın sağladığı olanaklardan
faydalanan MHP'nin böyle bir yola girip girmeyeceği tartışılsa da, ben burada
Türk siyaseti açısından daha farklı bir soruyu gündeme getirmek istiyorum.
Varsayalım MHP böyle bir yola girdi. Bu durumda muhalefetin seçmen tabanındaki ve
partilerindeki reaksiyon ne olabilir? İttifak içerisindeki varlığı ile birlikte
oy oranı günden güne eriyen bir MHP, yeniden kendisinden kopan seçmen için umut
olabilir mi? Bu soruya iki açıdan bakmak istiyorum. Birinci olarak, "bir
an önce erken seçim olsun ama nasıl olursa olsun" biçiminde siyasi
derinlikten yoksun bir bakış açısı ile MHP'nin kurtarıcı gibi görünüp kaybettiği
seçmeni kazanma ihtimalinin muhalefet kanadında mutlaka dikkate alınması
gerekmektedir. Çünkü siyasi değerlendirme konusunda gelişmiş bir demokrasinin
ihtiyaç duyduğu vatandaş profilinden uzak bir seçmen kitlesinin varlığı, akılcı
olmaktan çok duygusal davranışları toplumsal bir tepkiye dönüştürebilir. İkinci
olarak, muhalefet bloğunun ilkesel olarak böyle bir durumda MHP'ye karşı ne
tutum takınacağının belirli olması gerekliliğidir. Sorunu oluşturan düşünce
tarzıyla sorun çözülemez. Muhalefet açısından siyasi tutarlılık ve ilkesel bir
duruşun sergilenmesi, muhalefet bloğundan iktidar bloğuna oy geçişkenliğini
azaltabilecektir. Siyasi gündemin süratle değişebildiği ülkemizde, bu konu bir
süre daha gündemde kalabilir. Ancak temeldeki sorunlar çözülmedikçe, siyasetin
umut üretme kapasitesinde sürpriz bir artış beklenmemelidir.
Dünyada
teknolojinin gelişmesi, vatandaşların özgürlük alanını daraltıyor görünse de,
çeşitli ülkelerde kullanılmaya başlanan e-demokrasi uygulamaları, vatandaş
katılımını arttırarak siyasetin bilinen alanının değişmesine ve daralmasına
neden olmaktadır. Bu durumda siyasetin kişisel çıkarların korunduğu bir alan
olmaktan çıkıp, daha çok kamusal çıkarlara hizmet ettiği ve bu hizmetin de
normlarla belirlenen alanının gün geçtikçe daha çok daraldığını düşünüyorum.
Parlamenter sistemler bu konuda halkın daha fazla yönetime katılma kapasitesini
artırma potansiyeline sahip görünmektedir. Bu anlamda muhalefet partilerinin bir
kısmının "güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş" konusunda ilke
bazında uzlaşmış olmasını değerli ve önemli buluyorum. Ama bütün bunlar olurken
siyasetin yapılış tarzından da uzak kalmamalıyız. Ekonomik refahı yetersiz,
alternatif enformasyondan yoksun bir toplumda sağlıklı bir siyaset oluşumu
şansa kalmış bir olgudur. Ülkenin refahı ve güvenliği kumar masasında ileri
sürülebilecek nesneler değildir, olmamalıdır...
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
ozkanleblebici@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder