19 Kasım 2021 Cuma

 TÜRKİYE'DE SİYASET VE TERCİHLER ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

     Sevgili dostlar, ülkemiz ekonomik olarak oldukça sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Alım gücünün düşüşü, ekonominin kısa zamanda toparlanma ihtimalini azaltırken, bu ortamda bilim insanlarının uyarı ve hatırlatmaları, siyasetin labirentinde yankılanarak yok oluyor. Yaşananları tek noktadan/tek noktaya bakarak değerlendirmek bize gerçekliğin belki de bütün içerisinde çok da anlamlı olmayan bir görüntüsünü vermekten daha uzağa gidemez. Bu nedenle olan biteni daha geniş bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışmak, gerçeğe ulaşma yolculuğumuzu daha anlamlı kılabilir. Fragmansal olarak baktığımızda, bugün yaşanan olumsuzlukları siyasi iktidarla bağlantılandırmak mümkündür. Burada siyasi iktidarın politika tercihleri ve kişiler bağlamında değerlendirilmesi farklı siyasi görüşler açısından ele alınabilir. Bir üst boyutta siyasi iktidarın içinde bulunduğu siyasi sistem değerlendirilebilir ve bu sistemin işleyişi üzerine siyasi görüşlerden bağımsız daha tutarlı tartışma imkânı doğabilir. Siyasi sistemle bağlantılı ve ondan daha önemli olan bir diğer boyut ise, halkın siyasi tercihleri ve bunların oluşması üzerindeki etkenlerin sosyolojik, psikolojik, ekonomik bir analizinin yapılmasıdır ki, bu konu siyasi boyutta tartışılamayacak kadar teknik ve bilim insanlarının bilimsel verilerle değerlendirmesi gereken bir alandır. Önceki yazılarımda sistem üzerine kapsamlı olmasa da değerlendirmelerde bulundum. Bu konuda yapılacak kapsamlı bir değerlendirmeyi daha sonra ele almak üzere bırakıp, siyasi tercihler üzerine bir değerlendirme yapmak istiyorum.

         Siyasi tercihler üzerine yapılacak bir değerlendirmede, değerli bilim insanımız Ahmet Taner Kışlalı'nın "Siyaset Bilimi" kitabını incelemeden yapılacak her değerlendirme eksik kalacaktır. Kışlalı, kitabının yaklaşık olarak yarısını (diğer siyaset bilimi kitaplarından farklı olarak) siyasi tercihlerin oluşumuna etki eden unsurlara ayırmıştır. Bu tercihinin siyaset bilimi öğrencileri için ne kadar doğru olduğunu, günümüzde yaşadıklarımızdan sonra bir kez daha anlıyorum. Özellikle bireyin siyasi tercihlerinin oluşması konusundaki "birey" bölümü altı çizilerek tekrar tekrar okunması gereken bir bölüm. Günümüzün siyasi tartışmalarının bir çoğunun anlaşılması için gerekli ipuçlarını bu bölümde bulmak mümkün.

         Bireyin siyasetle olan bağının kurulması ve gelişmesi konusunda öne çıkan kavram, "siyasal toplumsallaşma" oluyor. Siyasal toplumsallaşma, "toplumsal-siyasal çevre ile birey arasında yaşam boyu süren dolaylı ve doğrudan etkileşim sonucunda, bireyin siyasal sistemle ilgili görüş, davranış, tutum ve değerlerinin gelişmesi"[i] olarak açıklanıyor. Genellikle aileden başlayan siyasal toplumsallaşma sonucunda oluşan siyasi tutumlar kolay değişmeyen, bilgiden çok inanç temelli ve aidiyet üzerinden yürüyen bir kavram olarak kendini gösteriyor. Ailenin etkisinin az olduğu durumlarda çocuğun daha çok eğitim süreci içerisinde siyasi tutumunu şekillendirdiğini söylemek mümkündür. Kısaca ifade etmek gerekirse, siyasi tutumların şekillenmesinde çevrenin etkisi oldukça fazladır. Buna kişinin değerler sisteminin oluşumunu da eklersek yanlış olmayacaktır.

         Burada Kışlalı'nın kitabını meraklılarına okumaları dileğiyle bırakıp değerler sistemi üzerinde durmak istiyorum. Psikolojinin değerli ismi Doğan Cüceloğlu, hastalıklı bir ortamda insanın sağlıklı kalabilmesinin çok zor, hatta imkansız olduğunu anlatırdı. Buradan hareketle bir toplumdaki bütün kurumların ancak toplumun sağlığı kadar sağlıklı olabileceğini düşünmek de mümkündür. Yani sağlıklı bir bireyin hastalıklı bir toplumda sağlıklı kalabilmesi, toplumsal yaşamda ilişkide olduğu/olmak zorunda kaldığı bireyler ve kurumlar açısından bakıldığında mümkün görünmemektedir. Bireyin değerler sistemi ile toplumsal yapı arasındaki uyumsuzluk, birey açısından iki alternatif doğurur; ya birey kendi değerler sistemini esnetir ve topluma uyar, ya da kendisini toplumdan soyutlar ve yalnızlaşır. Burada ahlak kavramı önem kazanır. Bireyin değerlerinin toplumsallaşması önemlidir. Bu toplumsallaşma ilk olarak ailede başlar.

         Hegel, bireysel ahlakın toplumsallaşmasını üç aşamada açıklar; aile, sivil toplum ve devlet. Aile bireylerinin aile karşısında bağımsızlığının gelişmesi ile sivil toplum ortaya çıkar. Her ne kadar Hegel burada devleti toplumsallaşmış ahlakın en ileri aşaması olarak görse de, bu tarz bir idealizmin tartışmalı olduğunu söyleyebiliriz. Burada asıl ifade etmek istediğim konu, ahlakın bireyin değerler sisteminden toplumsal boyuta taşınmasında toplumla birey arasındaki etkileşimin dikkate alınması gerekliliğidir. Bu etkileşim toplumsal düzeyde normlara dönüşme potansiyeli taşıdığı için, birey kendi değerler sistemini sadece sınırlı bir çevrede ve sınırlı bir süre muhafaza edebilir. Sonuçta birey ya kendi değerlerlini toplumsal değerlere uydurmanın bir yolunu bulacaktır, ya da  yalnızlaşacaktır. Ancak normlara dönüşen toplumsal değerler bireye bu yalnızlığı da tamamen bağımsız yaşama şansı vermez.   

         Değerler sisteminden bahsederken, sistemin birbiriyle tutarlı ve bağlantı içerisinde olan parçalardan oluşan bir bütün olduğunu hatırlamamız gerekir. Bireyin kendi değerler sistemi içerisinde bu tutarlılık yoksa, toplumsal değerler sistemi karşısında bireyin parçalanmasına tanık oluruz. Kendi çıkarları söz konusu olduğunda değerlerin başkalaşmasını anakronik biçimde savunma çabasına giren bireyler, siyasal sistemin hegemonyası karşısında kendi değerler setinin sadece kendi çıkarlarını ilgilendiren kısmını savunabilir. Bu büyük bir kırılmadır. Siyasal tercihlerde artık değerlerden ziyade, kişisel çıkarlar öne çıkar. Bu aynı zamanda bireyin değerler sisteminin çöküşüdür. Değerler sistemi çöken birey, toplumsal yapı içerisinde silikleşir ve artık bir birey olarak varlığının çok fazla önemi kalmaz. Burada Şimdi konuyu biraz daha somutlaştırarak açıklamaya çalışalım.

         Genel olarak hemen herkes, toplumda haksız kazançlardan ve toprak rantından kaynaklı haksız zenginleşmeden rahatsızdır. Ama bu kişilere bir ay içerisinde parasını iki katına çıkaracak bir öneride bulunduğunuzda bunun ahlaki boyutunu sorgulayıp, kendi değerleri ile çelişmemek adına bu öneriyi reddedecek çok az kişi bulunabilir. Birey toplumda hayvansever bir kişi olarak tanınabilir ama hayvanları ticari bir meta gibi pazarlamayı kendi değerleri açısından sorunlu görmez. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Yani birey kendi çıkarları için toplumsal faydayı görmezden gelebilir ve bunu savunmak için kendi değerlerini yeniden tanımlama gayretine girişebilir. Elbette bireydeki bu ahlak erozyonu, siyaset tarafından kolaylıkla maniple edilebilir. Diğer bir ifadeyle konuyu sadece makarna, kömüre kendisini satmak olarak değerlendirmek, toplumsal ahlakın çöküşünü hafife almakla eşdeğerdir.    

         Aileden başlayarak bireyin siyasi tercihlerini etkileyen birçok unsur bulunmaktadır. Bu unsurların hepsinin üzerinde toplumsal ahlak çok öne çıkmaktadır. Toplumsal ahlakı maniple ederek iktidarının devamını düşünen bir siyasal iktidarın uzun dönemde durumu iyileştirecek bir politika izlemesini beklemek, bir bataklıkta çaresiz durumda karşı karşıya kaldığınız timsahın insafa gelmesini beklemekten farksızdır. Sorunun çözümü, birinci aşamada siyasi ahlak yasası çıkararak siyaset kurumunun öncelikle normlarla belirlenmiş ve sınırlanmış bir çevrede hareket etmesini sağlamakla, ikinci ve daha uzun vadede eğitim politikaları üzerinden toplumsal ahlakın iyileştirilmesiyle mümkün olabilir. Elbette bütün bunların altyapısal politikalarla desteklenmesi gerekmektedir. Aslında bu yazımda çok daha sert ve eleştirel bir yazı yazmak istiyordum. Ülke göz göre göre bir kaosa doğru sürüklenirken, sorumluların eleştirisini en üst perdeden haykırmak istiyordum. Sonra etrafıma baktım ve kendi kendime "masum değiliz hiçbirimiz" dedim. Yani bu toplumun siyasi tercih sorunundan önce çok büyük ölçüde ahlak sorunu var. Elbette ahlak sorunu derken her türlü ahlaksızlığı hak görüp ahlakı uçkura indirgeyen ahlaksızlar açısından bunun nasıl anlaşılacağı umurumda bile değil. Siz dünyayı parayla algıladıkça parayı veren düdüğü çalacaktır...

                  Sevgilerimle...

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

ozkanleblebici@gmail.com



i Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, Ankara Üniversitesi Basın Yayın YO Yayınları No:9, Ankara, 1987, s. 100.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder