TÜRKİYE'DE SİYASET
VE TERCİHLER ÜZERİNE DÜŞÜNCELER-2
Sevgili
dostlar, önceki yazımda bireylerin siyasi tercihlerindeki sorunun aslında birey
siyasi tercihini ortaya koymadan önce başladığını ve bu sorunun toplumsal ahlak
sorunu olduğunu anlatmaya çalıştım. Şimdi aynı konunun bir başka boyutunu
sizlere sunmaya çalışacağım. Toplumsal ahlak, kurumsallaşmasını ileri boyuta
taşımış toplumlarda normlarla desteklenir. Diğer bir ifadeyle toplumsal ahlak,
normların oluşumuna kaynaklık ederken, aynı zamanda normlar tarafından da desteklenir.
Dolayısıyla toplumsal ahlak ile toplumsal düzeni sağlayan normlar arasında bir
tutarlılık olması beklenir. Aslında konu biraz doğal hukuk tartışmalarının
konusu gibi görünse de, burada hukukun oluşumundan ziyade, toplumsal ahlak ile
normlar arasındaki tutarlılık ya da tutarsızlık konusuna odaklanmak istiyorum. İki
kavram arasındaki tutarlılık siyasal iktidarları normlara uygun davranmaya
zorlarken, tutarsızlık daha keyfi davranmaya uygun ortam yaratacaktır.
Daha
önceki yazılarımda ele aldığım hukuk devleti kavramının genel gerekleri siyasal
iktidarı normlara uygun hareket etmek konusunda sınırlar. Bu sınırlama siyasal
iktidar üzerinde; 1. Yasamanın denetimi, 2. Yargısal denetim, 3. Toplumsal
denetim şeklinde kendini gösterir. Toplumsal denetim, çok boyutlu ve görünürde
yaptırımı olmayan bir denetim türüdür. Toplumsal denetimin bir yanını sivil
toplum oluşturur. Sivil toplumun siyasal iktidarın uygulamaları üzerindeki
görüşleri, bir kaç yolla denetime dönüşür. Örgütlü sivil toplumun görüşleri, yazılı,
eylemsel ve katılım mekanizmaları yoluyla kamuoyunun oluşmasını sağlar. Kamuoyu
da siyasal iktidarları normlara uymaya zorlar. Bunun yanında seçimler denetim
sadece görünen yüzüdür. Oysa kamuoyu denetimi sadece seçimlerle gerçekleşen bir
denetim değil, sürekli bir denetimdir. Toplumsal denetimin bir diğer boyutu
ise, kurumlar tarafından oluşturulur. Örneğin sağlıkla ilgili bir konuda
yapılacak düzenleme konusunda Anayasal bir kurum olan Türk Tabipler Birliği
görüşlerini kamuoyuna sunar. Hukuk alanında yapılacak bir düzenleme hakkında
bilimsel görüşü dile getirmek, üniversitelerin hukuk fakültelerinin hem görevi
hem de sorumluluğudur. Şimdi gelelim denetimin etkin olmaması durumunda
yaşanabilecek tehlikelere. Siyasal iktidarın kendini hukukla sınırlı görmediği
durumda neler olabilir?
Kendisini
hukukla sınırlı görmemesi için, siyasal iktidarda iki konuda özgüven oluşması
gerekir. Bunlardan biri, yasama ve yargı denetiminin olması gerektiği gibi
işlememesidir. Bütün siyasal iktidarlar, politikalarını uygularken az ya da çok
hukukun sınırlayıcılığından şikayet eder. Ancak şikayet etmenin ötesine geçip,
yasama ve yargıyı dönüştürme çabasına giren bir siyasal iktidar, bu denetimin
işlemesini de engellemiş olur. Siyasal iktidarda özgüven oluşturan diğer unsur
ise, kamuoyunun tepkisizliği ve/veya desteğidir. Bu özgüven aynı zamanda diğer
denetim mekanizmalarını dönüştürme çabasına girişen siyasal iktidarın hukuksuz
uygulamalarının pervasızca sürmesini de sağlar. Siyasal iktidar gittikçe
hukuktan uzaklaşır ve baskı aygıtına dönüşmeye başlar. Toplumda karşıtlıklar
yaratarak kendisine yönelen eleştirilerin karşısına yine toplumun diğer bir
kesimini koyar. Böylece kamuoyu denetiminden kaçmış olur. Siyasal iktidarın
hegemonyasını kurması ile birlikte seçimlerde toplumun gerçek görüşlerinin
sandığa yansıması neredeyse imkansız hale gelir. Dönüştürülmüş medya, sermaye,
sivil toplum ve kurumlar bu hegemonyanın kullanışlı araçlarıdır. Kendisini
sınırlayan hukuku hukuksuz kanunlarla etrafından dolaşmaya başlayan siyasal
iktidar giderek (hukuka uymayan) büyük bir suç mekanizmasına dönüşür ve
kaybolan meşruiyeti sorgulayacak hiç bir mekanizma kalmadığından devlet, en
temel işlevlerinin bile uygun şekilde yerine getirilmediği bir parti devletine
dönüşür. İnanç temelli örgütler ve/veya sermaye bir hukuk devletinde asla elde
edemeyecekleri siyasal güce kavuşur. Politikalar belirli çıkar gruplarının
isteklerine göre şekillenir ve devlet adeta üzerine musallat olan asalaklar
tarafından zayıf düşürülmüş bir canlı gibi işlevsizleşir. Buraya kadar çizilen
tablonun iç açıcı olmadığının farkındayım. Şimdi gelelim, temelde bu dönüşümün
nasıl başladığına.
Yukarıda
belirttiğim gibi, toplumsal ahlak ile normlar arasındaki uyumsuzluk bütün
dönüşümü başlatan temel etken olmuştur. Biraz daha açacak olursak, bireylerin
kendi çıkarlarını diğer canlıların/insanların yaşam hakkından bile üstün
görebildiği, empati ve vefa duygularından yoksun, bencil yaratıklara dönüştüğü
bir yapıda normlarla toplumsal ahlak arasında kapatılması çok zor bir uçurum
oluşmuştur. Sevgi ve saygı gibi en insani duyguların bile parasal beklentiler
üzerine oturtulduğu bu aşağılık toplumsal ahlak anlayışında, zarar gören
canlılara karşı kayıtsızlık ve duyarsızlık gelişir. Örneğin bir yangında ölen
canlılar, maddi değerleri üzerinden tanımlanabilir. Aşk gibi çok yüce bir duygu
bile maddi beklentilerin üzerine oturtulup değersizleştirilebilir. Sahiplik
üzerine bir dünya kurulmuştur. Kendinden bağımsız olan gerçekliğin reddedildiği
ikiyüzlü bir pazarlık başlar toplumla birey arasında. Nazım Hikmet'in bir
şiirinde bahsettiği gibi, "kedileri sever ama sadece kendininkileri".
"Çok şükür ben geçiniyorum" der ama toplumun genelinde yaşanan
sefalete kayıtsız kalır. İflas eden esnaf, sanayici ve çiftçi onun için sadece bir
haberden ibarettir. Haklarını arayanların haklı eylemleri onu ilgilendirmez. Asla
empati kuramaz. Hatta hak aramak, kurulu düzenin bozulmasına yol açacak istenmeyen
bir eylemdir. Kışlalı bu tip bireyleri "otoriter kişilik" başlığı
altında toplamıştır. Düzene tam uyum söz konusudur ve düzenin sürmesi kendi
kişiliklerinin sürmesi anlamına gelir. Halk, olaylar arasındaki nedensellik
bağını kuramayacak kadar politik sosyalleşmeden uzak bırakılmıştır. Siyasal
iktidar, her yaşanan ve yönetsel sorumluluk içeren olumsuzluk karşısında, "bu
olayın siyasete konu yapılmaması" gerektiğini savunur. Aslında tam da toplumsal
içerik taşıyan bütün olguların siyasetin konusu olması gerekirken, vatandaş,
nedensellik bağından koparılmakta ve kamuoyunun ya parçalı oluşumu, ya da hükümetin
istediği yönde oluşumu sağlanmaktadır. Toplumsal ahlakla normlar arasındaki
uçurum derinleştikçe, vatandaş sorumluluğu ortadan kalkar. Bencillik o
düzeydedir ki, kişi konfor alanının bozulmasını hiç bir şekilde istemez.
Neredeyse vicdanını kendisine sorgulatanlara bile düşman olur. Elbette burada
Kışlalı'nın da ele aldığı ideolojik bakış açısının bireyin dünyayı algılama
şeklini belirlediğini ve toplumsal ahlakın oluşumunda çok önemli etkisi
olduğunu da kabul etmek gerekir. Ancak çok kapsamlı olan bu konu, bu yazının
konusunun dolaylı çerçevesi içinde ele alınabilir. Siyasal tutumların oluşumu,
birçok etkene bağlıdır. Toplumsal ahlakın genel çerçevesi içerisinde
değerlendirdiğimizde, sağlıksız bir yapıdan sağlıklı bir tutum çıkmayacağını
öngörmek çok da zor değildir.
Kışlalı,
"Siyasal tutumların değişebilmesi
için, ya koşulların, ya da o koşullara yönelik bakış açılarının değişmesi
genellikle gerekir."[i]
ifadesini kullanmaktadır. Burada eğitimin önemi çok belirgindir. Bu nedenle
eğitim politikalarının sorgulayan, neden sonuç ilişkisi kurabilen, vicdanlı,
toplumsal duyarlılığa sahip bireyler yetiştirmesi beklenir. Ancak yukarıda
belirttiğimiz gibi bir siyasal iktidarın bu sonuçları isteyeceğini düşünmek
iyimserlik olur. Yine bir önceki yazımda belirttiğim gibi, siyasi ahlakı
olgunlaştıracak kurumsal bir yapı tesis edilmeden, eğitim politikalarının
toplumsal ahlakı geliştirici ve onarıcı şekilde dönüştürülmesi mümkün
görünmemektedir. Elbette eğitim politikalarında bir dönüşümün toplumsal ahlakı
normlarla tutarlı bir yapıya dönüştürmesi, bir kaç yılda gerçekleşebilecek bir
durum değildir. Ama hegemonyanın yarattığı aciz, bencil, çıkarcı, sorumsuz
insan tipolojisinin gelecek nesilleri mahvetmesi ihtimali göz önüne alınarak,
mümkün olabilen en kısa zamanda siyasi ahlakı oluşturacak hukuksal ve kurumsal
altyapı oluşturulmalıdır. Bu çabanın itici gücü, ülkesini, dünyayı, canlıları
seven, ahde vefa ve vicdan duygusu gelişmiş vatandaşlar olacaktır, olmalıdır...
Sevgilerimle...
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
ozkanleblebici@gmail.com
[i] Ahmet Taner Kışlalı, Siyaset Bilimi, Ankara Üniversitesi Basın Yayın YO Yayınları No:9, Ankara, 1987, s. 123.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder