TÜRKİYE'DE EKONOMİ
VE SİYASET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Sevgili
dostlar, ekonomik durumdaki bozulmayla birlikte, siyasetin ülke gündemindeki
ağırlığı azalırken, geçim kaygısı, enflasyon, faiz gibi konuların ağırlığının
arttığı günler yaşıyoruz. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir konu var. Eğer
siyaset ülke gündeminde gerçekten layık olduğu şekilde yer alsaydı ve
tartışılabilseydi ekonomi bu durumda olmazdı. Siyaseti sadece kendi faaliyet
alanı olarak gören kerameti kendinden menkul cahil siyasetçileri bir kenara
bırakırsak, toplumsal olanın aynı zamanda siyasi olduğunu da bilmemiz gerekir. Elbette
burada altyapı-üstyapı ilişkisi bağlamında bir analizden ziyade, güncel
ekonomik koşulların siyasetle olan ilişkisini değerlendirmeye çalışacağım. Üniversitede
lisans düzeyinde bir dönem "Genel Ekonomi" dersi vermiş olmamın beni
ekonomist yapmayacağını bilerek haddimi aşmamaya dikkat ediyorum. Ancak ülkede
haddini aşanların yarattıkları sorunları ele alırken, haddimizin sınırlarının
sandığımızdan daha geniş olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sınırlar, ülkedeki
demokrasi anlayışının da bir göstergesidir.
Öncelikle
ülkenin şu anda yaşadığı ekonomik sıkıntıların bugünün sorunu olmadığını
vurgulayarak söze başlayalım. 1971 yılında ABD'nin Doların değerinin altın
karşılığı belirlenimini kaldırması ve uluslararası bir borç krizinin kapısını
açması, Bretton Woods sisteminin sonu olmuştur. Dolardaki süratli değer kaybını
petrol krizi takip etmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük borç yükü altına
girdiği bu dönem, Uluslararası Para Fonu (IMF) açısından bu ülkelere politika
ihracı için bir fırsata dönüşmüştür. Bu esnada Şili'de 1973'te Allende'yi
deviren diktatör Pinochet önderliğindeki kanlı darbe sonrası, "Şikago
Çocukları" olarak bilinen ultra-muhafazakâr iktisatçı grubun oluşturduğu
neo-liberal politikalar, uzun bir dönemin ilk örneği olarak tarihte yerini alır.
1980'lerden itibaren dünyaya yayılacak olan özelleştirmeci, piyasalaştırmacı ve
uluslararası sermayenin serbest dolaşımını sağlayan politikaların en önemli
etkileri, temel ihtiyaçlara erişimde bile zorlanan geniş halk kitleleri
yaratmak ve küresel sermayenin serbest dolaşımı ile içi boşaltılan gelişmekte
olan ülke ekonomileri olmuştur. Neo-liberal dönemin özellikleri arasında
devletin elinde bulunan madenlerin, kaynakların, fabrikaların ve kamu
hizmetlerinin özelleştirilmesi, küresel düzeyde şirket satınalamalar ve
doğrudan yatırımlar yoluyla gelişmekte olan ülkelerin sisteme eklemlenmiş çevre
ülkeler olarak konumlandırılması gibi bir dizi uygulamaları saymak mümkündür.
Devlet yapılarında yaşanan dönüşüm de buna eşlik etmiştir. Devlet artık sadece
politika belirleyici olarak konumlandırılmakta, vatandaş kamu hizmeti alan
olmaktan çıkıp müşteri olarak tanımlanmaktadır. Kamu yönetimi, şirket yönetimi
ile özleştirilmiş, kamu yönetimi kamusuzlaştırılmıştır. Türkiye'de neo-liberal
politikaların uygulanmasının yolunu açan gelişme, 1980 askeri darbesi olmuştur.
1980 sonrası olanları sıraladığımızda bugün olanları anlamamız kolaylaşacaktır.
Darbe
ile birlikte parlamenter sistem büyük zarar görmüştür. 1982 Anayasasının en
önemli özelliği yasama, yürütme, yargı arasındaki dengenin yürütme lehine
bozulmuş olmasıdır. Senatonun kaldırılması, yürütmenin yasama üzerinde göreli
üstünlüğünü sağlamış görünmektedir. Yürütmenin daha güçlü kılınmasının görünen
gerekçesi, karar alma süreçlerinin hızlandırılması olurken, devlet yönetiminde
doğruluk ve isabet, sürat ve eksikliğe feda edilmiştir. Bu dönemde IMF ve Dünya
Bankası tarafından verilen kredilerle, sektörlerin düzenlenmesi, kamu
hizmetlerinin piyasalaştırılması ve küresel sermayenin önündeki engellerin kaldırılması
süreçleri uygulamaya konulmuştur. Reform adı altında sunulan politikalarla idari
nitelikte birer kamu hizmeti olan sağlık ve eğitimde piyasalaşma süreci de
süratle ilerlemiştir. İş güvencesi aşama aşama aşındırılmış ve sendikasızlaşma
sermayenin talepleri doğrultusunda bir politika olarak uygulanmıştır. Kamunun
verimsizliği üzerine kurgulanan özelleştirmeler, kamunun olan bütün kaynakları
ve üretim araçlarını küresel sermayenin önüne altın tepside sunarken, kamunun
kamusal hizmetlere ulaşımı ticarileştirilmiştir.
Aslında
burada anlatılanların her birini uzun uzun anlatmak mümkündür ancak konudan
uzaklaşmamak adına tarihsel arka planı burada noktalamayı uygun buluyorum.
Pandemi sürecinde gelişmişş ülkelerin tarihte görülmemiş düzeyde parasal
genişlemeye gitmesi ile, küresel enflasyonun artış sürecine girdiği bir dönemi
yaşıyoruz. Ama Türkiye'de ekonomide faiz, kur ve enflasyon bağlamında yaşananların
bundan farklı sebepleri bulunduğunu söyleyebiliriz. Konuyu açmak adına faizin
ne olduğundan bahsedelim. Aslında nasıl bir evi kiraya veriyorsanız, paranızı
kiraya vermek de bundan farksızdır. Nasıl ki, evinizi kiraya verirken kira
miktarını belirleyen birçok etken varsa, parayı kiraya verdiğinizde söz konusu
olan faizi de belirleyen birçok etken vardır. Küresel sisteme eklemlenmiş bir
ekonomi açısından faizin belirlenmesinde küresel gelişmeler önemlidir ancak
temel belirleyici, sizin ekonominizin yapısıdır. Devletler borçlanma amacıyla
tahvil çıkarırlar ve borçlanabilmek için tahvillere belirli oranda faiz vermek
zorundadırlar. Her ülkenin küresel piyasalarda belirlenen ve ülke ekonomisinin
güvenilirliğine dayanan CDS puanları vardır. Ülkenin kredi riskini gösteren CDS
ne kadar yüksekse, ülkenin borçlanma durumunda ödeyeceği faiz de o oranda
yükselir. CDS puanının yükselmesi, ülkenin karşı karşıya olduğu risklerin
fazlalığı ile orantılıdır. Yani riskleriniz ne kadar düşükse, CDS puanınız
düşük ve borçlanma faiziniz düşük olacaktır. Sermaye piyasalarında belirlenen
CDS puanlarının tamamen manipülasyona açık olduğunu söylemek mümkün değildir.
CDS aynı zamanda ülkenin ne kadar iyi/kötü yönetildiğine bağlı olarak
değerlenir. 8 Aralık 2021 tarihli 5 yıllık CDS puanlarına bakıldığında Türkiye
533, Polonya 54, Almanya 8,90, Fransa 21, İngiltere 10, İspanya 34, İtalya 86,
Brezilya 231 olarak görünmektedir[i]
(Aşağıdaki linkten güncel olarak takip edilebilir). Asıl meseleye gelecek
olursak, bir ülkede politika faizini siyasi bir kararla düşürmek, tahvil
faizlerinin düşmesi anlamına gelmemektedir. "Halkımı faize
ezdirmeyeceğim" diyen bir liderin yapması gereken, ülkenin iyi
yönetilmesini sağlayarak CDS puanını düşürmek ve tahvil faizlerinin düşmesini
sağlamaktır. Çünkü halkın üzerinde yük olan faiz, politika faizi değil tahvil
faizidir (yani borçlanma faizidir). Bunu da siyasi kararla düşürmek
imkansızdır. O halde bu söylemin sadece bir siyasi söylem olduğu ve halkı
yanlış bilgilendirmek anlamına geldiği açıktır. Halkın bankalardan çeleceği
kredi faizi için bu faiz oranını uygulamak bankaları zarara sokacağından, özel
bankalar bu oranlarla kredi vermemekte, kamu bankaları ise kamu zararı pahasına
talimatla kredi vermektedir. Kamu zararı ise, halkın sırtına binen borç yükü
demektir.
Elbette
politika faizini siyasi bir kararla düşürmenin öneminin olmadığını söylemiyorum.
Yapılan bu eylemin birçok sonucu olacaktır. Ülkenin CDS puanı yükselecek, döviz
kurları artacak, ülkenin borçlarının yerel para birimi karşılığı artacak,
tahvil faizleri artacak, kişi başına milli gelirin döviz cinsinden karşılığı
azalacak, halkın üzerindeki borç yükü artacak ve halk fakirleşecektir. Bunlar
benim varsayımlarım değil, ekonomi biliminin somut gerçekleridir. Bunların
halka farklı şekilde aktarılması ise, siyaset biliminin etik değerlerle
açıklayabileceği bir yaklaşım değildir. Bugün yaşananların tarihsel kökenini
bilmek durumu iyileştirmese de, belki bugünler geçtikten sonra sorumlu bir
vatandaş olarak ülkede olan bitenleri daha iyi anlamaya çalışabiliriz. Ya da
önümüze konan ekmeği yerken, ertesi gün de aç kalmamayı umarak halimize
şükrederiz. Her halk layık olduğu şekilde yönetilir, layık olduğu şekilde
ağlar, layık olduğu şekilde güler...
Sevgilerimle
Dr. Özkan LEBLEBİCİ
Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi
ozkanleblebici@gmail.com
Emeğine ve değerli fikirlerine sağlık kardeşim. Çok net yaşadığımız durumu ve ekonomik krizi ortaya koymuşsun. Yazdıkların bence çok önemli. Keşke konusunda yetkin ve tecrübeli kişilerden yararlannayı bilseler.
YanıtlaSilGüncel bir konuyu kısa ,öz ve anlaşılır bir şekilde ele almışsınız tarihsel süreciyle birlikte.Önceden de yazdığım gibi mutlaka faydası olacaktır topluma.Siz lütfen devam edin ısrarla hocam.Bir kişi dahi olsa aydınlanacak ,kâr sayılır.Toplumun buna ihtiyacı var.Beyninize, ellerinize sağlık.
YanıtlaSil"Kral çıplak" diyen kaleme saygılar, selamlar.
YanıtlaSil