8 Aralık 2021 Çarşamba

 

TÜRKİYE'DE EKONOMİ VE SİYASET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

     Sevgili dostlar, ekonomik durumdaki bozulmayla birlikte, siyasetin ülke gündemindeki ağırlığı azalırken, geçim kaygısı, enflasyon, faiz gibi konuların ağırlığının arttığı günler yaşıyoruz. Ancak gözden kaçırılmaması gereken bir konu var. Eğer siyaset ülke gündeminde gerçekten layık olduğu şekilde yer alsaydı ve tartışılabilseydi ekonomi bu durumda olmazdı. Siyaseti sadece kendi faaliyet alanı olarak gören kerameti kendinden menkul cahil siyasetçileri bir kenara bırakırsak, toplumsal olanın aynı zamanda siyasi olduğunu da bilmemiz gerekir. Elbette burada altyapı-üstyapı ilişkisi bağlamında bir analizden ziyade, güncel ekonomik koşulların siyasetle olan ilişkisini değerlendirmeye çalışacağım. Üniversitede lisans düzeyinde bir dönem "Genel Ekonomi" dersi vermiş olmamın beni ekonomist yapmayacağını bilerek haddimi aşmamaya dikkat ediyorum. Ancak ülkede haddini aşanların yarattıkları sorunları ele alırken, haddimizin sınırlarının sandığımızdan daha geniş olması gerektiğini düşünüyorum. Bu sınırlar, ülkedeki demokrasi anlayışının da bir göstergesidir.

         Öncelikle ülkenin şu anda yaşadığı ekonomik sıkıntıların bugünün sorunu olmadığını vurgulayarak söze başlayalım. 1971 yılında ABD'nin Doların değerinin altın karşılığı belirlenimini kaldırması ve uluslararası bir borç krizinin kapısını açması, Bretton Woods sisteminin sonu olmuştur. Dolardaki süratli değer kaybını petrol krizi takip etmiştir. Gelişmekte olan ülkelerin büyük borç yükü altına girdiği bu dönem, Uluslararası Para Fonu (IMF) açısından bu ülkelere politika ihracı için bir fırsata dönüşmüştür. Bu esnada Şili'de 1973'te Allende'yi deviren diktatör Pinochet önderliğindeki kanlı darbe sonrası, "Şikago Çocukları" olarak bilinen ultra-muhafazakâr iktisatçı grubun oluşturduğu neo-liberal politikalar, uzun bir dönemin ilk örneği olarak tarihte yerini alır. 1980'lerden itibaren dünyaya yayılacak olan özelleştirmeci, piyasalaştırmacı ve uluslararası sermayenin serbest dolaşımını sağlayan politikaların en önemli etkileri, temel ihtiyaçlara erişimde bile zorlanan geniş halk kitleleri yaratmak ve küresel sermayenin serbest dolaşımı ile içi boşaltılan gelişmekte olan ülke ekonomileri olmuştur. Neo-liberal dönemin özellikleri arasında devletin elinde bulunan madenlerin, kaynakların, fabrikaların ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, küresel düzeyde şirket satınalamalar ve doğrudan yatırımlar yoluyla gelişmekte olan ülkelerin sisteme eklemlenmiş çevre ülkeler olarak konumlandırılması gibi bir dizi uygulamaları saymak mümkündür. Devlet yapılarında yaşanan dönüşüm de buna eşlik etmiştir. Devlet artık sadece politika belirleyici olarak konumlandırılmakta, vatandaş kamu hizmeti alan olmaktan çıkıp müşteri olarak tanımlanmaktadır. Kamu yönetimi, şirket yönetimi ile özleştirilmiş, kamu yönetimi kamusuzlaştırılmıştır. Türkiye'de neo-liberal politikaların uygulanmasının yolunu açan gelişme, 1980 askeri darbesi olmuştur. 1980 sonrası olanları sıraladığımızda bugün olanları anlamamız kolaylaşacaktır.

         Darbe ile birlikte parlamenter sistem büyük zarar görmüştür. 1982 Anayasasının en önemli özelliği yasama, yürütme, yargı arasındaki dengenin yürütme lehine bozulmuş olmasıdır. Senatonun kaldırılması, yürütmenin yasama üzerinde göreli üstünlüğünü sağlamış görünmektedir. Yürütmenin daha güçlü kılınmasının görünen gerekçesi, karar alma süreçlerinin hızlandırılması olurken, devlet yönetiminde doğruluk ve isabet, sürat ve eksikliğe feda edilmiştir. Bu dönemde IMF ve Dünya Bankası tarafından verilen kredilerle, sektörlerin düzenlenmesi, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması ve küresel sermayenin önündeki engellerin kaldırılması süreçleri uygulamaya konulmuştur. Reform adı altında sunulan politikalarla idari nitelikte birer kamu hizmeti olan sağlık ve eğitimde piyasalaşma süreci de süratle ilerlemiştir. İş güvencesi aşama aşama aşındırılmış ve sendikasızlaşma sermayenin talepleri doğrultusunda bir politika olarak uygulanmıştır. Kamunun verimsizliği üzerine kurgulanan özelleştirmeler, kamunun olan bütün kaynakları ve üretim araçlarını küresel sermayenin önüne altın tepside sunarken, kamunun kamusal hizmetlere ulaşımı ticarileştirilmiştir.

         Aslında burada anlatılanların her birini uzun uzun anlatmak mümkündür ancak konudan uzaklaşmamak adına tarihsel arka planı burada noktalamayı uygun buluyorum. Pandemi sürecinde gelişmişş ülkelerin tarihte görülmemiş düzeyde parasal genişlemeye gitmesi ile, küresel enflasyonun artış sürecine girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Ama Türkiye'de ekonomide faiz, kur ve enflasyon bağlamında yaşananların bundan farklı sebepleri bulunduğunu söyleyebiliriz. Konuyu açmak adına faizin ne olduğundan bahsedelim. Aslında nasıl bir evi kiraya veriyorsanız, paranızı kiraya vermek de bundan farksızdır. Nasıl ki, evinizi kiraya verirken kira miktarını belirleyen birçok etken varsa, parayı kiraya verdiğinizde söz konusu olan faizi de belirleyen birçok etken vardır. Küresel sisteme eklemlenmiş bir ekonomi açısından faizin belirlenmesinde küresel gelişmeler önemlidir ancak temel belirleyici, sizin ekonominizin yapısıdır. Devletler borçlanma amacıyla tahvil çıkarırlar ve borçlanabilmek için tahvillere belirli oranda faiz vermek zorundadırlar. Her ülkenin küresel piyasalarda belirlenen ve ülke ekonomisinin güvenilirliğine dayanan CDS puanları vardır. Ülkenin kredi riskini gösteren CDS ne kadar yüksekse, ülkenin borçlanma durumunda ödeyeceği faiz de o oranda yükselir. CDS puanının yükselmesi, ülkenin karşı karşıya olduğu risklerin fazlalığı ile orantılıdır. Yani riskleriniz ne kadar düşükse, CDS puanınız düşük ve borçlanma faiziniz düşük olacaktır. Sermaye piyasalarında belirlenen CDS puanlarının tamamen manipülasyona açık olduğunu söylemek mümkün değildir. CDS aynı zamanda ülkenin ne kadar iyi/kötü yönetildiğine bağlı olarak değerlenir. 8 Aralık 2021 tarihli 5 yıllık CDS puanlarına bakıldığında Türkiye 533, Polonya 54, Almanya 8,90, Fransa 21, İngiltere 10, İspanya 34, İtalya 86, Brezilya 231 olarak görünmektedir[i] (Aşağıdaki linkten güncel olarak takip edilebilir). Asıl meseleye gelecek olursak, bir ülkede politika faizini siyasi bir kararla düşürmek, tahvil faizlerinin düşmesi anlamına gelmemektedir. "Halkımı faize ezdirmeyeceğim" diyen bir liderin yapması gereken, ülkenin iyi yönetilmesini sağlayarak CDS puanını düşürmek ve tahvil faizlerinin düşmesini sağlamaktır. Çünkü halkın üzerinde yük olan faiz, politika faizi değil tahvil faizidir (yani borçlanma faizidir). Bunu da siyasi kararla düşürmek imkansızdır. O halde bu söylemin sadece bir siyasi söylem olduğu ve halkı yanlış bilgilendirmek anlamına geldiği açıktır. Halkın bankalardan çeleceği kredi faizi için bu faiz oranını uygulamak bankaları zarara sokacağından, özel bankalar bu oranlarla kredi vermemekte, kamu bankaları ise kamu zararı pahasına talimatla kredi vermektedir. Kamu zararı ise, halkın sırtına binen borç yükü demektir.

         Elbette politika faizini siyasi bir kararla düşürmenin öneminin olmadığını söylemiyorum. Yapılan bu eylemin birçok sonucu olacaktır. Ülkenin CDS puanı yükselecek, döviz kurları artacak, ülkenin borçlarının yerel para birimi karşılığı artacak, tahvil faizleri artacak, kişi başına milli gelirin döviz cinsinden karşılığı azalacak, halkın üzerindeki borç yükü artacak ve halk fakirleşecektir. Bunlar benim varsayımlarım değil, ekonomi biliminin somut gerçekleridir. Bunların halka farklı şekilde aktarılması ise, siyaset biliminin etik değerlerle açıklayabileceği bir yaklaşım değildir. Bugün yaşananların tarihsel kökenini bilmek durumu iyileştirmese de, belki bugünler geçtikten sonra sorumlu bir vatandaş olarak ülkede olan bitenleri daha iyi anlamaya çalışabiliriz. Ya da önümüze konan ekmeği yerken, ertesi gün de aç kalmamayı umarak halimize şükrederiz. Her halk layık olduğu şekilde yönetilir, layık olduğu şekilde ağlar, layık olduğu şekilde güler...

         Sevgilerimle

 

Dr. Özkan LEBLEBİCİ

Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi

ozkanleblebici@gmail.com



[i] http://www.worldgovernmentbonds.com/sovereign-cds/

3 yorum:

  1. Emeğine ve değerli fikirlerine sağlık kardeşim. Çok net yaşadığımız durumu ve ekonomik krizi ortaya koymuşsun. Yazdıkların bence çok önemli. Keşke konusunda yetkin ve tecrübeli kişilerden yararlannayı bilseler.

    YanıtlaSil
  2. Güncel bir konuyu kısa ,öz ve anlaşılır bir şekilde ele almışsınız tarihsel süreciyle birlikte.Önceden de yazdığım gibi mutlaka faydası olacaktır topluma.Siz lütfen devam edin ısrarla hocam.Bir kişi dahi olsa aydınlanacak ,kâr sayılır.Toplumun buna ihtiyacı var.Beyninize, ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
  3. "Kral çıplak" diyen kaleme saygılar, selamlar.

    YanıtlaSil