16 Mart 2020 Pazartesi


DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
            Sevgili dostlar, önceki yazımda corona virüsünün kapitalizmin zayıf noktasını tüm çıplaklığıyla ortaya çıkardığını ifade etmeye çalışmıştım. Bunu kısaca açıklamak gerekirse, kapitalizmin en zayıf tarafının aynı zamanda onun üzerine inşa edildiği en güçlü tarafı olduğunu söylemek mümkün. Ekonomiyi tamamen bilinemez kılan temel unsur, birey davranışlarının öngörülemezliğidir. Klasik teoriden bu yana, bireylerin kararlarının ekonomiyi nasıl etkilediği üzerine birçok teori geliştirilmiştir. Ancak bütün teoriler gerçekliğin sadece küçük bir bölümünü açıklama kabiliyetine sahiptir. Yani var olan gerçeklik, hiçbir zaman tamamen bilinemez. Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilan edilen pandemi çerçevesinde olayı ele aldığımızda, bunun birçok boyutu olmakla beraber, ekonomi üzerindeki en önemli etkisinin birey davranışlarını öngörülemez düzeye getirmiş olduğunu söylemek mümkün. Bunu en basit şekilde çevremizdeki bir markete giderek insanların alış-veriş davranışlarını gözlemleyerek de doğrulamak mümkündür.  Bir önceki yazımda da belirttiğim üzere, kapitalizm açısından en büyük sorun, geçici olarak piyasaların yaşadığı sarsıntı değil, ilk defa bireylerin davranışlarının ve tüketim alışkanlıklarının sistemin kontrolünün dışına çıkmış olmasıdır. Şimdi bu konuyu açmaya çalışalım.
             Corona virüsünün yayılmaya başlaması şu an için yaklaşık üç aylık bir süreyi doldurdu. İlk olarak dünyada küresel üretim zincirinin merkezi konumunda olan Çin'de üretimin neredeyse durma noktasına gelmesi, iki tür etki yarattı. İlk olarak kısa dönemde siparişlerin karşılanamaması durumu ortaya çıktı. İkinci etki ise, uzun dönemde kamu politikası olarak etkilerini göreceğimiz bir konuydu. Küresel düzeyde zincirin halkalarında ortaya çıkacak bir sorunun sistemi nasıl etkileyebileceği görüldü ve kamu politikası yapıcıları bu sorunu uzun dönemde bertaraf etmeye yönelik çözümlerin neler olabileceğini tartışmaya başladılar. İlk etki kısa dönemde önemli gibi görülse de, ülkeler ardı ardına karantina benzeri önlemler anlamaya başlayınca, ihtiyaç düzeyinde önemini kaybetti. Çünkü artık insanlar uzun zamandır hiç yaşamadıkları bir endişenin gölgesinde tüketim alışkanlıklarını sorgulamaya başladılar. Temel kaygı hayatta kalmak için gerekli olan tüketim ihtiyaçlarının neler olabileceğinin tespitiydi. Eğer sorun bu noktada kalsa, belki kapitalizmin sürekliliği açısından yönetilebilir olduğu düşünülebilirdi. Ancak ikinci etki konunun kamu yönetimleri açısından farklı boyutları olduğunun kabul edilmesine yol açmış görünüyordu. Şimdi burada bir parantez açalım ve tarihsel bir değerlendirmeyi konumuza dahil edelim.
            Kapitalizmin dönemsel olarak yaşadığı krizler vardır. Her kriz, yeni sosyal, ekonomik ve küresel bir sistemin hazırlanmasına yol açacak şekilde kartların yeniden dağıtıldığı olaylara vesile olmuştur. 19. Yüzyıl sonunda yaşanan krizin çıkışı, Birinci Dünya Savaşı sonunda yeni bir sistemin kuruluşuydu. Ancak Versay anlaşmasının Almanya'ya dayattığı ağır koşullar ve yeni kurulan düzenin sürdürülebilirliğinin yeteri kadar öngörülememiş olması, 1929'da ABD'de başlayan küresel bir arz krizinin zeminini hazırlamıştı. Kapitalizmin bu büyük krizinin sonrasında İkinci Dünya Savaşı, kartların yeniden dağıtılmasını sağladı. Yeni dağıtılan kartlarda masada eli kuvvetli olan iki ülke vardı. ABD ve Rusya! Bu iki ülke arasındaki güç dengesi, Avrupa'nın uzun dönemde yeni bir güç unsuru olarak küresel kapitalizmin vazgeçilemez bir unsuru olmasının yolunu açmıştır. 1971 yılında Avrupa'nın Breton Woods sisteminden çıkmasının ardından kartların yeniden dağıtılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 1980'lerle başlayan bu dönem, tüm dünyada neo-liberal politikalar olarak adlandırılan, devletin küçültülmesi ve özelleştirmelere ağırlık verilmesi gibi uygulamalar sayesinde yeni bir küresel işbölümü çerçevesinde küresel bir üretim sistemini doğurmuştur. Bu sistem içerisinde gelişmekte olan ülkelerin işlevi, halklarının refahı pahasına küresel sistemin kendilerine biçtiği rolün ötesine geçememiştir. Son olarak 2008 yılında kendini küresel düzeyde hissettiren kriz ise, artık kartların yeniden dağıtılma zamanın geldiğine işaret etmektedir. Birçok iktisatçı, siyaset bilimci ve diğer bilim insanları benzer biçimde küresel çaplı büyük bir savaşın olabilirliği üzerine yazılar yazmışlar, görüş belirtmişlerdir.  Tarihsel yolculuğumuzu burada bitirirken, günümüz üzerinden değerlendirmelerimize devam edelim.
            Corona virüsünün küresel çapta bir krize dönüşmesinin ardından, gerek sosyal medya gerekse diğer alanlarda, bu krizin kontrollü olarak farklı bir sosyal ve ekonomik düzenin kuruluşuna zemin hazırlamak için kullanıldığı yönünde görüşler dile getirilmiştir. Bu görüşlere yukarıdaki tarihsel bilgiler ışığında ben de kısmen katılmaktayım. Çalışanların sosyal haklarının bilinmezlikler kuyusuna atıldığı bir esnek çalışma düzeni, bunun bir parçası olabilir. Ya da devletin otoriter uygulamalarının meşrulaştırıldığı yeni yönetsel yapıların ortaya çıkmakta olduğunu tartışabiliriz. Ancak burada çok daha farklı bir olguyu tartışmakta fayda vardır. Artık insanlar ihtiyaçlarındaki önceliği, sistemin kendine dayattığı kültürel hegemonya çerçevesinde değil, temel içgüdülerle belirlemeye başlamıştır. Bu durum, şu anda ekonomik alanda tartışılan küresel resesyon endişelerinin de temelini oluşturmaktadır. Bu noktada en önemli sorun, bireylerin yönetimlere katılımının ne kadar mümkün olabildiğidir. Gelecek süreçte baskıcı tek adam yönetimleri için sorgulamaların daha da artacağını ve yeni kurulacak yapılarda katılımın daha fazla önem kazanacağını öngörebiliriz. Elbette bu süreç kısa sürede gerçekleşecek bir olgu olarak algılanmamalıdır. Bu süreçte çok büyük mücadeleler yaşanması da olasıdır. Buna insanlığın ikinci Fransız Devrimi ifadesini kullanmak biraz abartılı olsa da alakasız değildir.  Diğer bir ifadeyle, önceki yazımı bitirirken söylediğim gibi; "Dünya artık aynı dünya olmayacaktır".  Bütün tüketim kalıplarının ve yaşam biçimlerinin sorgulanmasının zamanı gelmiştir. Kaldı ki bu varsayımı destekleyen çok ciddi bir iklim değişikliği olgusuna dair gerçekleri bu konuyla ilgili olarak gündeme getirmiyorum.
            Son olarak "bu konuda ulusal düzeyde neler yapılmalıdır?" sorusunu ele alarak konuyu tamamlamak isterim. Uygulamaları eleştirme sığlığına girmeden bir zihniyeti eleştirmekle yetineceğim. Küresel çapta bu kadar büyük ve etkileri uzun dönemli olabilecek bir krizin eleştirilerinden herhangi bir iktidarın eleştirildiğini algılayan insanlara acıyorum. Ama daha çok halka acıyorum. Çünkü bütün dünya değişirken, köklü dönüşümler tartışılırken, halen kısır iktidar tartışması içerisinde kalan zavallıların bu tutumlarının bedelini uzun dönemde ödeme ihtimali olan unsur, halktır. Ülkede kamu politikasının oluşturulması süreçlerine de girmek isterim ama bu uzun eleştirel konuyu sonraki yazılarıma bırakmak istiyorum.
            Yaşadığımız günler için belki herkese birkaç tavsiyem olabilir. Haddim olmayan bu tavsiyelerim için lütfen beni mazur görün. Yaşadığımız süreç, canları sevmenin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. Dünya, kedisiyle, kuşuyla, balığıyla, ağacıyla güzeldir. Onların hayatına mal olacak şeylerden uzak durun. Benim diye sahiplendiğiniz her şeyin sizin için hiçliğe dönüşmesi an meselesidir. Sevmek, paylaşmak, yaşananlara olumlu bakabilmek, kendini dünyanın merkezi olarak görmemek gerekliliği, artık erdem olmanın ötesinde, hayatın yüzümüze çarptığı geçeklere dönüşmüştür. Bir de adalet, vicdan ve ahde vefa duygunuzu hiç kaybetmeyin ki, her an insan olmanın mutluluğunu yaşayın. Artık ne kadar sürerse...
            Sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder