DÜNYA NEREYE GİDİYOR?
Sevgili dostlar, önceki yazımda
corona virüsünün kapitalizmin zayıf noktasını tüm çıplaklığıyla ortaya
çıkardığını ifade etmeye çalışmıştım. Bunu kısaca açıklamak gerekirse,
kapitalizmin en zayıf tarafının aynı zamanda onun üzerine inşa edildiği en
güçlü tarafı olduğunu söylemek mümkün. Ekonomiyi tamamen bilinemez kılan temel
unsur, birey davranışlarının öngörülemezliğidir. Klasik teoriden bu yana,
bireylerin kararlarının ekonomiyi nasıl etkilediği üzerine birçok teori
geliştirilmiştir. Ancak bütün teoriler gerçekliğin sadece küçük bir bölümünü
açıklama kabiliyetine sahiptir. Yani var olan gerçeklik, hiçbir zaman tamamen
bilinemez. Günümüzde Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilan edilen pandemi
çerçevesinde olayı ele aldığımızda, bunun birçok boyutu olmakla beraber,
ekonomi üzerindeki en önemli etkisinin birey davranışlarını öngörülemez düzeye
getirmiş olduğunu söylemek mümkün. Bunu en basit şekilde çevremizdeki bir
markete giderek insanların alış-veriş davranışlarını gözlemleyerek de
doğrulamak mümkündür. Bir önceki yazımda
da belirttiğim üzere, kapitalizm açısından en büyük sorun, geçici olarak
piyasaların yaşadığı sarsıntı değil, ilk defa bireylerin davranışlarının ve
tüketim alışkanlıklarının sistemin kontrolünün dışına çıkmış olmasıdır. Şimdi
bu konuyu açmaya çalışalım.
Corona virüsünün yayılmaya başlaması şu an
için yaklaşık üç aylık bir süreyi doldurdu. İlk olarak dünyada küresel üretim
zincirinin merkezi konumunda olan Çin'de üretimin neredeyse durma noktasına
gelmesi, iki tür etki yarattı. İlk olarak kısa dönemde siparişlerin
karşılanamaması durumu ortaya çıktı. İkinci etki ise, uzun dönemde kamu
politikası olarak etkilerini göreceğimiz bir konuydu. Küresel düzeyde zincirin
halkalarında ortaya çıkacak bir sorunun sistemi nasıl etkileyebileceği görüldü
ve kamu politikası yapıcıları bu sorunu uzun dönemde bertaraf etmeye yönelik
çözümlerin neler olabileceğini tartışmaya başladılar. İlk etki kısa dönemde
önemli gibi görülse de, ülkeler ardı ardına karantina benzeri önlemler anlamaya
başlayınca, ihtiyaç düzeyinde önemini kaybetti. Çünkü artık insanlar uzun
zamandır hiç yaşamadıkları bir endişenin gölgesinde tüketim alışkanlıklarını
sorgulamaya başladılar. Temel kaygı hayatta kalmak için gerekli olan tüketim
ihtiyaçlarının neler olabileceğinin tespitiydi. Eğer sorun bu noktada kalsa,
belki kapitalizmin sürekliliği açısından yönetilebilir olduğu düşünülebilirdi.
Ancak ikinci etki konunun kamu yönetimleri açısından farklı boyutları olduğunun
kabul edilmesine yol açmış görünüyordu. Şimdi burada bir parantez açalım ve tarihsel
bir değerlendirmeyi konumuza dahil edelim.
Kapitalizmin dönemsel olarak
yaşadığı krizler vardır. Her kriz, yeni sosyal, ekonomik ve küresel bir
sistemin hazırlanmasına yol açacak şekilde kartların yeniden dağıtıldığı
olaylara vesile olmuştur. 19. Yüzyıl sonunda yaşanan krizin çıkışı, Birinci
Dünya Savaşı sonunda yeni bir sistemin kuruluşuydu. Ancak Versay anlaşmasının
Almanya'ya dayattığı ağır koşullar ve yeni kurulan düzenin
sürdürülebilirliğinin yeteri kadar öngörülememiş olması, 1929'da ABD'de
başlayan küresel bir arz krizinin zeminini hazırlamıştı. Kapitalizmin bu büyük
krizinin sonrasında İkinci Dünya Savaşı, kartların yeniden dağıtılmasını
sağladı. Yeni dağıtılan kartlarda masada eli kuvvetli olan iki ülke vardı. ABD
ve Rusya! Bu iki ülke arasındaki güç dengesi, Avrupa'nın uzun dönemde yeni bir
güç unsuru olarak küresel kapitalizmin vazgeçilemez bir unsuru olmasının yolunu
açmıştır. 1971 yılında Avrupa'nın Breton Woods sisteminden çıkmasının ardından
kartların yeniden dağıtılma ihtiyacı ortaya çıkmıştır. 1980'lerle başlayan bu
dönem, tüm dünyada neo-liberal politikalar olarak adlandırılan, devletin küçültülmesi
ve özelleştirmelere ağırlık verilmesi gibi uygulamalar sayesinde yeni bir
küresel işbölümü çerçevesinde küresel bir üretim sistemini doğurmuştur. Bu
sistem içerisinde gelişmekte olan ülkelerin işlevi, halklarının refahı pahasına
küresel sistemin kendilerine biçtiği rolün ötesine geçememiştir. Son olarak
2008 yılında kendini küresel düzeyde hissettiren kriz ise, artık kartların
yeniden dağıtılma zamanın geldiğine işaret etmektedir. Birçok iktisatçı,
siyaset bilimci ve diğer bilim insanları benzer biçimde küresel çaplı büyük bir
savaşın olabilirliği üzerine yazılar yazmışlar, görüş belirtmişlerdir. Tarihsel yolculuğumuzu burada bitirirken, günümüz
üzerinden değerlendirmelerimize devam edelim.
Corona virüsünün küresel çapta bir
krize dönüşmesinin ardından, gerek sosyal medya gerekse diğer alanlarda, bu
krizin kontrollü olarak farklı bir sosyal ve ekonomik düzenin kuruluşuna zemin
hazırlamak için kullanıldığı yönünde görüşler dile getirilmiştir. Bu görüşlere
yukarıdaki tarihsel bilgiler ışığında ben de kısmen katılmaktayım. Çalışanların
sosyal haklarının bilinmezlikler kuyusuna atıldığı bir esnek çalışma düzeni,
bunun bir parçası olabilir. Ya da devletin otoriter uygulamalarının
meşrulaştırıldığı yeni yönetsel yapıların ortaya çıkmakta olduğunu
tartışabiliriz. Ancak burada çok daha farklı bir olguyu tartışmakta fayda
vardır. Artık insanlar ihtiyaçlarındaki önceliği, sistemin kendine dayattığı
kültürel hegemonya çerçevesinde değil, temel içgüdülerle belirlemeye
başlamıştır. Bu durum, şu anda ekonomik alanda tartışılan küresel resesyon
endişelerinin de temelini oluşturmaktadır. Bu noktada en önemli sorun, bireylerin yönetimlere katılımının ne kadar mümkün olabildiğidir. Gelecek süreçte baskıcı tek adam yönetimleri için sorgulamaların daha da artacağını ve yeni kurulacak yapılarda katılımın daha fazla önem kazanacağını öngörebiliriz. Elbette bu süreç kısa sürede gerçekleşecek bir olgu olarak algılanmamalıdır. Bu süreçte çok büyük mücadeleler yaşanması da olasıdır. Buna insanlığın ikinci Fransız Devrimi ifadesini kullanmak biraz abartılı olsa da alakasız değildir. Diğer bir ifadeyle, önceki yazımı
bitirirken söylediğim gibi; "Dünya artık aynı dünya olmayacaktır". Bütün tüketim kalıplarının ve yaşam
biçimlerinin sorgulanmasının zamanı gelmiştir. Kaldı ki bu varsayımı
destekleyen çok ciddi bir iklim değişikliği olgusuna dair gerçekleri bu konuyla
ilgili olarak gündeme getirmiyorum.
Son olarak "bu konuda ulusal
düzeyde neler yapılmalıdır?" sorusunu ele alarak konuyu tamamlamak
isterim. Uygulamaları eleştirme sığlığına girmeden bir zihniyeti eleştirmekle
yetineceğim. Küresel çapta bu kadar büyük ve etkileri uzun dönemli olabilecek
bir krizin eleştirilerinden herhangi bir iktidarın eleştirildiğini algılayan
insanlara acıyorum. Ama daha çok halka acıyorum. Çünkü bütün dünya değişirken,
köklü dönüşümler tartışılırken, halen kısır iktidar tartışması içerisinde kalan
zavallıların bu tutumlarının bedelini uzun dönemde ödeme ihtimali olan unsur,
halktır. Ülkede kamu politikasının oluşturulması süreçlerine de girmek isterim
ama bu uzun eleştirel konuyu sonraki yazılarıma bırakmak istiyorum.
Yaşadığımız günler için belki
herkese birkaç tavsiyem olabilir. Haddim olmayan bu tavsiyelerim için lütfen
beni mazur görün. Yaşadığımız süreç, canları sevmenin ne kadar önemli olduğunu
göstermiştir. Dünya, kedisiyle, kuşuyla, balığıyla, ağacıyla güzeldir. Onların
hayatına mal olacak şeylerden uzak durun. Benim diye sahiplendiğiniz her şeyin
sizin için hiçliğe dönüşmesi an meselesidir. Sevmek, paylaşmak, yaşananlara
olumlu bakabilmek, kendini dünyanın merkezi olarak görmemek gerekliliği, artık
erdem olmanın ötesinde, hayatın yüzümüze çarptığı geçeklere dönüşmüştür. Bir de
adalet, vicdan ve ahde vefa duygunuzu hiç kaybetmeyin ki, her an insan olmanın
mutluluğunu yaşayın. Artık ne kadar sürerse...
Sevgilerimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder