26 Mart 2020 Perşembe


PANDEMİ KRİZİ VE TÜRKİYE ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
         Sevgili dostlar, önceki yazılarımda küresel krizi ve etkilerini yorumlamaya çalışmıştım. Bu defa krizin öncesi ve sonrası üzerine ülkemizin durumunu içeren bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Buna geçmeden önce krizler hakkında kısa bir bilgi vererek başlayalım. Krizler, normal yönetim süreçlerinin yetersiz kaldığı, karmaşıklığın çok yüksek olduğu, acil karar alma mekanizmalarının devreye girdiği olağanüstü durumlardır. Krizlerin en karakteristik özelliği, durumun çok hızlı değişmesi ve buna uygun yönetim esnekliğinin gerekliliğidir. Bu nedenle kriz durumlarında ilgili uzmanlardan kurulu bir kriz masası kurulması gerekmektedir. Ancak bunlardan daha önemli olan bir konu var ki; kamu yönetiminin krizi yaratan koşulların gelişimini önceden öngörüp, bu konuda hazırlanmış ihtimalat planı (contingency plan) çerçevesinde gerekli tedbirleri alması ve krizin yönetilemez boyuta evrilmesine engel olmasıdır. Çünkü kriz, eğer başlangıçta gerekli tedbirler alınmamışsa, çok büyük ihtimalle yönetilmesi çok zor bir durumu yaratır.
        Krizlerin kamu politikası ile çok yakından ilgisi vardır. Aslında hayatımızda var olan bütün kamusal sorunlar kamu politikasının nesnesidir. Çünkü kamu politikası, kamusal olan bir sorunun tespiti ile başlayan bir süreçtir. Günümüzde sağlık politikası bağlamında baktığımızda, 1961 yılında çıkarılan 224 Sayılı Sağlığın Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun çerçevesinde kurulan ve birinci basamak sağlık hizmetlerini sistemin temeline koyan anlayış terk edilmiştir. Şehir hastanelerin yapımı ise, bu politika değişikliğin en somut politika çıktısı olmuştur. Bu hastanelerin yapımı ve işletilmesinin sağlık politikası dışında kalan kısmını bir başka yazımda ele almak üzere bir kenara bırakıyorum. Sağlıkta Dönüşüm Programı olarak 2003 yılından itibaren başlayan bu süreç, Dünya Bankası kredileriyle desteklenmiş ve neo-liberal politikalara uygun olarak hayata geçirilmiştir. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini sağlık politikasının temeline alan bu dönüşüm, doğal olarak sağlık harcamalarında çok büyük artışlara yol açmıştır. Bunun yanında sağlık hizmetinin sunumunda nicelik olarak bir düzelme olmakla birlikte nitelik olarak durumun daha iyiye gittiğini söylemek zordur. Bu süreçte daha çok dünya ilaç kartelleri, tıbbi cihaz üreticileri ve ulusal düzeyde özel hastane sahipleri ile müteahhitler kârlı çıkmıştır. Her neo-liberal politikanın sonuçları gibi, nitelikli sağlık personeli de bu sürecin sonunda, faktör piyasalarının bir dalı olan emek piyasasında itibarsız ve ikame edilebilir bir konumda yeniden tanımlanmış yerlerini almışlardır. Burada söylediklerimi destekleyecek tarihsel rakamların mevcut olduğunun da bilinmesini isterim.
        Şimdi önceki paragrafın başında belirttiğimiz kamu politikasına dönelim. Kamu politikası sürecinin başlangıcı sorunun tespitidir. Bu aynı zamanda politika belirleme sürecinde karar organı durumunda olan siyasal iktidarın belirleyici olduğu bir aşamadır. Çünkü siyasal iktidar herhangi bir kamusal sorunu "sorun" olarak tanımlamıyor ise, o soruna yönelik herhangi bir politika üretme gereği duymayacaktır. Kriz durumları kamusal bir sorun mudur? Bu soruya hayır cevabı verenlerin yazının devamını okumasına gerek bulunmamaktadır. Ne tür olaylardan dolayı ne tür krizler yaşanabileceği ise, günümüzde müneccimlere gerek kalmadan bilinebilecek bir konudur. O halde, krizlere hazırlık olarak politika üretilmesi, tartışma götürmeyen bir şekilde bir siyasi iktidar sorumluluğu olarak tanımlanabilir. Şimdi buradan mevcut duruma ilişkin değerlendirmelere geçebiliriz.
           
            Kriz durumlarında ulusal düzeyde yapılanları değerlendirebilmek için, diğer ülkelerin uygulamaları ile karşılaştırmalı bir yaklaşım uygun olabilir. Elbette bu karşılaştırmada, ülkelerin ekonomik ve askeri gücü ile siyasal sistemlerinin gücü de dikkate alınması gereken hususlardır. Yani karşılaştırma yaparken, ekonomik gücü yeterli olmayan bir ülkeden ABD, Almanya ya da Fransa gibi bir tepki beklemek haksızlık olabilir. Ancak karşılaştırdığımız kamu yönetiminin reaksiyonu ise, bu kesinlikle karşılaştırılabilir bir konudur ve bir çok yanlış uygulamanın açığa çıkarılmasına fayda sağlayabilir.
            Sağlık politikası açısından bakıldığında, sağlıkta dönüşüm programı, yaşadığımız pandemi krizine yakalanmamız öncesinde talihsiz bir politik tercih olmuştur diyebiliriz. Bunun nedeni, sağlık hizmetlerindeki basamakların ve sevk zincirinin fiiliyatta geçerliliğini yitirmiş olmasıdır. Dolayısıyla halk sağlığı, sağlık politikalarında geri plana itilmiş, özel sektörün sağlık sektöründe daha fazla yer alması için her türlü kolaylık sağlanmış ve sağlık harcamaları büyük oranda artmıştır, (Sağlıkta Dönüşüm Programının başlangıcından itibaren bu artış 10 yıllık süreçte beş kat kadardır). Bu kriz döneminde ihtiyaç duyulan kamusal tesislerin kapatılmış ya da işlevsiz hale getirilmiş olması basit bir "öngörüsüzlük" olarak adlandırılamaz. Bunların hepsinin bir siyasi ve hukuki karşılığı olmalıdır ancak bunlar farklı bir tartışma konusudur. Soruna daha yakın dönemden bakarak daha isabetli bir değerlendirme yapmamız mümkün olabilir.
            Pandemi ilan edilene kadar yaşanan süreçte, salgın aşama aşama küresel bir krize dönüşürken, gerekli tedbirler alınmakta geç kalınmıştır. 2020 Yılı Ocak ayından itibaren ulusal düzeydeki tıbbi malzeme stokları kontrol altına alınmamış ve son ana kadar bir ihracat yasağı uygulanmamıştır. Bütün ülkeler bu anlamda kendi ihtiyaçlarına göre ciddi ticaret sınırlamaları getirirken, Türkiye bu aşamada çok geç kalmıştır. Toptancıda tanesi 20 kuruş olan maskenin fiyatı 5 TL'ye çıkmıştır. Sağlık çalışanlarının bu krizle cephede karşılaşacağı bilinmesine rağmen, gerekli ekipman ve test kitleri uzun süre tedarik edilememiştir. Etil alkol üretiminin ne kadar önemli olduğu, bu alanda uygulanan politikaların bir kez daha değerlendirilmesi gereği de ortaya çıkmıştır. Umre ziyaretine izin verilmesi ve dönenlerden sadece 6 bin kadarının karantinaya alınabilmiş olması bilimle izahı mümkün olmayan bir konudur. Bunun yanında karantinaya alınanların öğrenci yurtlarına yerleştirilmesi, öğrencilerin bir gece aniden sokağa atılması, bu konuda ihtimalat planlarının bulunmadığını,yani krize hazır olunmadığını göstermiştir. Elbette radikal olarak alınan ve isabetli olan uygulamalar da vardır. Okulların kapatılması bunlardan biridir. Ancak diğer tedbirlerin alınmasında aynı radikal tutum gösterilememiş ve hastalığın yayılmasının engellenmesinde yetersiz kalınmıştır. Şehir hastaneleri bu aşamada, önceki sistemdeki farklı hastaneleri bir araya toplaması nedeniyle çok talihsiz bir politik tercih olduğunu göstermiştir. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şimdi konunun bir farklı boyutuna bakabiliriz.
            Yaklaşık 15-20 yıllık süreçte, ilaç sektörü, büyük oranda yabancı firmaların eline geçmiştir. Uygulanan tarım politikaları nedeniyle bir çok üründe ihracatçı olan bir ülke olarak Türkiye, ithalatçı konuma düşmüştür. Dünyada birçok ülke, gıda ürünlerinde  ticaret kısıtlamalarına gitmektedir. Bunun anlamı, bugüne kadar uygulanan tarım politikalarının sonuçlarını olumsuz şekilde yaşama ihtimalimizin giderek artmasıdır. Buraya kadar ifade ettiklerimizden, siyasi iktidarların politika tercihlerinin, temelde uygulanan neo-liberal politikaların sorgulanmasını gerektirecek bir zafiyet yarattığı sonucunu çıkarmak mümkündür. Ancak daha fazla üzerinde durulması gereken bir konu vardır ki, halk kitlelerinin geleceğe ilişkin umutlarını olumsuz etkilemektedir. Türkiye'de krizin siyasi iktidar tarafından yeteri kadar algılanamamış olması ihtimali, alınacak kararların meşruiyetinin sorgulanacağı bir süreci doğurmuştur. Bu ihtimali kuvvetlendiren görüntü ise, kriz yönetimi yerine algı yönetiminin daha ağır bastığı izleniminin oluşmasıdır. Anayasa değişikliği ile oluşturulan yeni sistemin krizlere karşı büyük zafiyet yarattığını düşünen bir kişi olarak,  ülkenin bu süreçte acilen bilim ve akılı ön planda tutan bir yönetim anlayışına geçmesinin bir ihtiyaç değil zorunluluk olduğunu değerlendiriyorum. Böyle bir ortamda dualardan medet ummak, Kanal İstanbul gibi bir projenin ihalesini halka rağmen yapmak, mevcut durumda akıl ve bilimin ülke yönetiminde egemen olmadığını gösteren uygulamalar olarak görünmektedir. Bu ülke için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir insan olarak, son yaptığım değerlendirmelerde yanıldığımı görmek en büyük arzumdur.
            Sevgilerimle...

Özkan LEBLEBİCİ

3 yorum:

  1. Ne kadar doğru bir bakış. Hep aynı taraftan bakın diye baskı altında olduğumuz bu zavallı dönemde cesaret ile yazılmış.

    YanıtlaSil