PANDEMİ KRİZİ VE
TÜRKİYE ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME
Sevgili
dostlar, önceki yazılarımda küresel krizi ve etkilerini yorumlamaya
çalışmıştım. Bu defa krizin öncesi ve sonrası üzerine ülkemizin durumunu içeren
bir değerlendirme yapmaya çalışacağım. Buna geçmeden önce krizler hakkında kısa
bir bilgi vererek başlayalım. Krizler, normal yönetim süreçlerinin yetersiz
kaldığı, karmaşıklığın çok yüksek olduğu, acil karar alma mekanizmalarının
devreye girdiği olağanüstü durumlardır. Krizlerin en karakteristik özelliği,
durumun çok hızlı değişmesi ve buna uygun yönetim esnekliğinin gerekliliğidir.
Bu nedenle kriz durumlarında ilgili uzmanlardan kurulu bir kriz masası kurulması
gerekmektedir. Ancak bunlardan daha önemli olan bir konu var ki; kamu
yönetiminin krizi yaratan koşulların gelişimini önceden öngörüp, bu konuda
hazırlanmış ihtimalat planı (contingency plan) çerçevesinde gerekli tedbirleri
alması ve krizin yönetilemez boyuta evrilmesine engel olmasıdır. Çünkü kriz,
eğer başlangıçta gerekli tedbirler alınmamışsa, çok büyük ihtimalle yönetilmesi
çok zor bir durumu yaratır.
Krizlerin
kamu politikası ile çok yakından ilgisi vardır. Aslında hayatımızda var olan
bütün kamusal sorunlar kamu politikasının nesnesidir. Çünkü kamu politikası,
kamusal olan bir sorunun tespiti ile başlayan bir süreçtir. Günümüzde sağlık
politikası bağlamında baktığımızda, 1961 yılında çıkarılan 224 Sayılı Sağlığın
Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun çerçevesinde kurulan ve birinci basamak
sağlık hizmetlerini sistemin temeline koyan anlayış terk edilmiştir. Şehir
hastanelerin yapımı ise, bu politika değişikliğin en somut politika çıktısı
olmuştur. Bu hastanelerin yapımı ve işletilmesinin sağlık politikası dışında
kalan kısmını bir başka yazımda ele almak üzere bir kenara bırakıyorum. Sağlıkta
Dönüşüm Programı olarak 2003 yılından itibaren başlayan bu süreç, Dünya Bankası
kredileriyle desteklenmiş ve neo-liberal politikalara uygun olarak hayata
geçirilmiştir. İkinci ve üçüncü basamak sağlık hizmetlerini sağlık
politikasının temeline alan bu dönüşüm, doğal olarak sağlık harcamalarında çok
büyük artışlara yol açmıştır. Bunun yanında sağlık hizmetinin sunumunda nicelik
olarak bir düzelme olmakla birlikte nitelik olarak durumun daha iyiye gittiğini
söylemek zordur. Bu süreçte daha çok dünya ilaç kartelleri, tıbbi cihaz
üreticileri ve ulusal düzeyde özel hastane sahipleri ile müteahhitler kârlı
çıkmıştır. Her neo-liberal politikanın sonuçları gibi, nitelikli sağlık personeli
de bu sürecin sonunda, faktör piyasalarının bir dalı olan emek piyasasında
itibarsız ve ikame edilebilir bir konumda yeniden tanımlanmış yerlerini
almışlardır. Burada söylediklerimi destekleyecek tarihsel rakamların mevcut
olduğunun da bilinmesini isterim.
Şimdi
önceki paragrafın başında belirttiğimiz kamu politikasına dönelim. Kamu
politikası sürecinin başlangıcı sorunun tespitidir. Bu aynı zamanda politika
belirleme sürecinde karar organı durumunda olan siyasal iktidarın belirleyici
olduğu bir aşamadır. Çünkü siyasal iktidar herhangi bir kamusal sorunu "sorun"
olarak tanımlamıyor ise, o soruna yönelik herhangi bir politika üretme gereği
duymayacaktır. Kriz durumları kamusal bir sorun mudur? Bu soruya hayır cevabı
verenlerin yazının devamını okumasına gerek bulunmamaktadır. Ne tür olaylardan
dolayı ne tür krizler yaşanabileceği ise, günümüzde müneccimlere gerek kalmadan
bilinebilecek bir konudur. O halde, krizlere hazırlık olarak politika
üretilmesi, tartışma götürmeyen bir şekilde bir siyasi iktidar sorumluluğu
olarak tanımlanabilir. Şimdi buradan mevcut duruma ilişkin değerlendirmelere
geçebiliriz.
Kriz
durumlarında ulusal düzeyde yapılanları değerlendirebilmek için, diğer
ülkelerin uygulamaları ile karşılaştırmalı bir yaklaşım uygun olabilir. Elbette
bu karşılaştırmada, ülkelerin ekonomik ve askeri gücü ile siyasal sistemlerinin
gücü de dikkate alınması gereken hususlardır. Yani karşılaştırma yaparken,
ekonomik gücü yeterli olmayan bir ülkeden ABD, Almanya ya da Fransa gibi bir
tepki beklemek haksızlık olabilir. Ancak karşılaştırdığımız kamu yönetiminin
reaksiyonu ise, bu kesinlikle karşılaştırılabilir bir konudur ve bir çok yanlış
uygulamanın açığa çıkarılmasına fayda sağlayabilir.
Sağlık
politikası açısından bakıldığında, sağlıkta dönüşüm programı, yaşadığımız
pandemi krizine yakalanmamız öncesinde talihsiz bir politik tercih olmuştur
diyebiliriz. Bunun nedeni, sağlık hizmetlerindeki basamakların ve sevk
zincirinin fiiliyatta geçerliliğini yitirmiş olmasıdır. Dolayısıyla halk
sağlığı, sağlık politikalarında geri plana itilmiş, özel sektörün sağlık sektöründe
daha fazla yer alması için her türlü kolaylık sağlanmış ve sağlık harcamaları
büyük oranda artmıştır, (Sağlıkta Dönüşüm Programının başlangıcından itibaren bu
artış 10 yıllık süreçte beş kat kadardır). Bu kriz döneminde ihtiyaç duyulan
kamusal tesislerin kapatılmış ya da işlevsiz hale getirilmiş olması basit bir
"öngörüsüzlük" olarak adlandırılamaz. Bunların hepsinin bir siyasi ve
hukuki karşılığı olmalıdır ancak bunlar farklı bir tartışma konusudur. Soruna
daha yakın dönemden bakarak daha isabetli bir değerlendirme yapmamız mümkün
olabilir.
Pandemi
ilan edilene kadar yaşanan süreçte, salgın aşama aşama küresel bir krize
dönüşürken, gerekli tedbirler alınmakta geç kalınmıştır. 2020 Yılı Ocak ayından
itibaren ulusal düzeydeki tıbbi malzeme stokları kontrol altına alınmamış ve
son ana kadar bir ihracat yasağı uygulanmamıştır. Bütün ülkeler bu anlamda
kendi ihtiyaçlarına göre ciddi ticaret sınırlamaları getirirken, Türkiye bu
aşamada çok geç kalmıştır. Toptancıda tanesi 20 kuruş olan maskenin fiyatı 5
TL'ye çıkmıştır. Sağlık çalışanlarının bu krizle cephede karşılaşacağı
bilinmesine rağmen, gerekli ekipman ve test kitleri uzun süre tedarik
edilememiştir. Etil alkol üretiminin ne kadar önemli olduğu, bu alanda
uygulanan politikaların bir kez daha değerlendirilmesi gereği de ortaya
çıkmıştır. Umre ziyaretine izin verilmesi ve dönenlerden sadece 6 bin kadarının
karantinaya alınabilmiş olması bilimle izahı mümkün olmayan bir konudur. Bunun
yanında karantinaya alınanların öğrenci yurtlarına yerleştirilmesi,
öğrencilerin bir gece aniden sokağa atılması, bu konuda ihtimalat planlarının
bulunmadığını,yani krize hazır olunmadığını göstermiştir. Elbette radikal
olarak alınan ve isabetli olan uygulamalar da vardır. Okulların kapatılması
bunlardan biridir. Ancak diğer tedbirlerin alınmasında aynı radikal tutum
gösterilememiş ve hastalığın yayılmasının engellenmesinde yetersiz kalınmıştır.
Şehir hastaneleri bu aşamada, önceki sistemdeki farklı hastaneleri bir araya
toplaması nedeniyle çok talihsiz bir politik tercih olduğunu göstermiştir.
Örnekleri çoğaltmak mümkündür. Şimdi konunun bir farklı boyutuna bakabiliriz.
Yaklaşık
15-20 yıllık süreçte, ilaç sektörü, büyük oranda yabancı firmaların eline
geçmiştir. Uygulanan tarım politikaları nedeniyle bir çok üründe ihracatçı olan
bir ülke olarak Türkiye, ithalatçı konuma düşmüştür. Dünyada birçok ülke, gıda
ürünlerinde ticaret kısıtlamalarına
gitmektedir. Bunun anlamı, bugüne kadar uygulanan tarım politikalarının sonuçlarını
olumsuz şekilde yaşama ihtimalimizin giderek artmasıdır. Buraya kadar ifade
ettiklerimizden, siyasi iktidarların politika tercihlerinin, temelde uygulanan
neo-liberal politikaların sorgulanmasını gerektirecek bir zafiyet yarattığı
sonucunu çıkarmak mümkündür. Ancak daha fazla üzerinde durulması gereken bir
konu vardır ki, halk kitlelerinin geleceğe ilişkin umutlarını olumsuz
etkilemektedir. Türkiye'de krizin siyasi iktidar tarafından yeteri kadar algılanamamış
olması ihtimali, alınacak kararların meşruiyetinin sorgulanacağı bir süreci
doğurmuştur. Bu ihtimali kuvvetlendiren görüntü ise, kriz yönetimi yerine algı
yönetiminin daha ağır bastığı izleniminin oluşmasıdır. Anayasa değişikliği ile
oluşturulan yeni sistemin krizlere karşı büyük zafiyet yarattığını düşünen bir
kişi olarak, ülkenin bu süreçte acilen
bilim ve akılı ön planda tutan bir yönetim anlayışına geçmesinin bir ihtiyaç
değil zorunluluk olduğunu değerlendiriyorum. Böyle bir ortamda dualardan medet
ummak, Kanal İstanbul gibi bir projenin ihalesini halka rağmen yapmak, mevcut
durumda akıl ve bilimin ülke yönetiminde egemen olmadığını gösteren uygulamalar
olarak görünmektedir. Bu ülke için her türlü fedakarlığı yapmaya hazır bir
insan olarak, son yaptığım değerlendirmelerde yanıldığımı görmek en büyük
arzumdur.
Sevgilerimle...
Özkan LEBLEBİCİ
Tebrikler hocam.
YanıtlaSilHiç yanılmadık...
YanıtlaSilNe kadar doğru bir bakış. Hep aynı taraftan bakın diye baskı altında olduğumuz bu zavallı dönemde cesaret ile yazılmış.
YanıtlaSil