18 Mayıs 2019 Cumartesi

Küresel Ticaret ve AVM

Dünyamızın “global köy” olarak tanımlandığı küreselleşme sürecinin en önemli etkisi, şüphesiz, üretim ilişkilerinde yarattığı büyük dönüşümde olmuştur. Çok uluslu şirketler (ÇUŞ) üretim maliyetlerini düşürmek adına, üretim girdilerinin görece düşük olduğu ülkeleri üretim üssü olarak kullanırken, katma değeri yüksek olan tasarım ve pazarlama gibi alanları kendi kontrollerinde tutmaya dikkat etmektedirler. Diğer taraftan doğrudan yabancı yatırımı ülkesine çekmenin mutluluğunu yaşayan ülkeler, yüksek bedelli istihdam yaratmanın kolaycılığıyla hallerinden çok memnundurlar. Böylesine karmaşık ilişkiler ağı üzerine kurulmuş bir ticaret sistemi kendisini en çok AVM (Alış Veriş Merkezi) adı verilen pazarlarda gösterir. Birçok ÇUŞ’un marka olarak bir arada bulunabildiği bu pazarlar, algı yönetiminin adeta sanata dönüştüğü mekânlardır.
            Bir Cumartesi (Pazar da olabilir) kalkıp kahvaltınızı yaparsınız. Bir haftanın yorgunluğunu atmak için planlamaya kalktığınız andan itibaren başlarsınız. Kafanızda çok çeşitli faaliyetler vardır. Ancak yapmayı planladığınız öyle bir faaliyet olmalıdır ki; ailenin bütün bireylerinin mutlu olabileceği ve çeşitli ihtiyaçların aynı mekanda karşılanabileceği bir ortam olmalıdır. Okumak ya da doğada yürüyüş yapmak gibi zararlı (!) faaliyetlerden uzak durarak, ailece bir arabaya doluşup bir AVM’nin yolunu tutarsınız. AVM’ye girdiğiniz andan itibaren planladığınız faaliyetlerin dışındaki ihtiyaçlarınız, yabani ot gibi bitmeye başlar. Her gördüğünüz mağaza, her gördüğünüz vitrin, sinemalar, hazır gıdalar, yemek salonları sizde sanki tam da o ürünlere ihtiyacınız varmış hissini uyandırır. Hele bir de mağazadan içeri girip, kendinize uygun bir şeyler bakmaya başladıysanız  artık kapandasınız demektir. Son derece kibar ve temsil kabiliyeti yüksek satış görevlileri size hem ürünü tanıtıp hem de bu ürüne ne kadar ihtiyacınız olduğu konusunda sizi ikna etmeye çalışırlar. Eğer ikna olduğunuzu sanıp ihtiyacınız olmayan bir ürünü aldıysanız, kapan kapanmıştır. Ürün 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun kapsamında ayıplı değilse, artık kendinize aldığınız ürüne uygun bir ihtiyaç yaratmak zorundasınızdır.
            Sinemaya gidip bir film seyredersiniz. Arada marka içeceklerden içip patlamış mısır yersiniz. Dolaşmak ve film seyretmek sizi acıktırmıştır. Çıkıp bir hamburger, sandviç, ya da kafaları Türkiye’de kesilip yabancı mutfaklarda (!) pişirilmiş tavuk yersiniz. Dolaşmaya devam ettikçe yeni ihtiyaçlar aile fertlerini çağırmaya devam eder. Sonra markete girip evinizin haftalık alışverişini yapmaya başlarsınız. Hangi rafa baksanız, ihtiyaç hissedersiniz. Evinizin dolaplarında ihtiyaç hissederek alıp hiç kullanmadığınız ürünleri hatırlamanıza ise alışverişte size eşlik eden ritmik müzik engel olur. Akşam olup da eve döndüğünüzde size yaşam tarzı olarak dayatılan bir günü yaşamış olmanın yorgunluğu ve kredi kartınızla bir sonraki ay alacağınız maaşınızdan tahsil edilecek olan ücreti ödenmiş (!) ihtiyaç fazlası mamulle geleceğinizi garanti altına almış olmanın mutluluğunu hissederek yeni haftayı beklemeye başlarsınız.
            Bu döngü tekrarlandıkça, aile ile birlikte AVM’de geçirilen bir gün, eğlence ve dinlence anlayışının post-modern yorumu olarak toplumsal bellekte yer eder. Bir süre sonra bu tarzın iyi ve öncelikli bir seçenek olduğu konusunda hiç kuşkunuz kalmamaya başlar. Yalnız değilsinizdir; televizyonlarda seyrettiğiniz reklamlar, dizi filmler, yabancı filmler size herkesin bu tarzı benimsediğini haykırmaktadır. Üretmeden tüketmenin kolaycılığını çocuklarınızın geleceğine tercih etmek sizin suçunuz değildir aslında. ABD ve Avrupa'nın (adı ÇUŞ olan fakat ülkesi gayet belli olan) şirketleri sizin bu alışkanlığınızı taktirle karşılayıp sizleri övdükçe, Milli duygularınız kabarır. Televizyon dizileri arasındaki reklamlar ve o reklamların aralarındaki reklamlar, sizin bu duygularınızı canlı tutmak için en kutsal değerleri kullanmaktan çekinmezler. Bu değerleri savunmak adına insanları yaftalayıp linç edebilme hakkını kendinde görenler için de hayırlı olan budur. Çocuğunuzun okuldaki öğretmeni biber gazına maruz kaldıysa, çocuğunuza asla öğretmeni gibi karşı çıkmamasını öğütlersiniz. Sistemle barışık yaşamak mutluluk demektir çünkü. Seyrettiği reklamların ve programların hakkını veren, “muhafazakâr” neslimize selam olsun...  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder