Dünyamızın “global köy” olarak tanımlandığı küreselleşme
sürecinin en önemli etkisi, şüphesiz, üretim ilişkilerinde yarattığı büyük
dönüşümde olmuştur. Çok uluslu şirketler (ÇUŞ) üretim maliyetlerini düşürmek
adına, üretim girdilerinin görece düşük olduğu ülkeleri üretim üssü olarak
kullanırken, katma değeri yüksek olan tasarım ve pazarlama gibi alanları kendi
kontrollerinde tutmaya dikkat etmektedirler. Diğer taraftan doğrudan yabancı
yatırımı ülkesine çekmenin mutluluğunu yaşayan ülkeler, yüksek bedelli istihdam
yaratmanın kolaycılığıyla hallerinden çok memnundurlar. Böylesine karmaşık
ilişkiler ağı üzerine kurulmuş bir ticaret sistemi kendisini en çok AVM (Alış
Veriş Merkezi) adı verilen pazarlarda gösterir. Birçok ÇUŞ’un marka olarak bir arada
bulunabildiği bu pazarlar, algı yönetiminin adeta sanata dönüştüğü mekânlardır.
Bir
Cumartesi (Pazar da olabilir) kalkıp kahvaltınızı yaparsınız. Bir haftanın
yorgunluğunu atmak için planlamaya kalktığınız andan itibaren başlarsınız.
Kafanızda çok çeşitli faaliyetler vardır. Ancak yapmayı planladığınız öyle bir
faaliyet olmalıdır ki; ailenin bütün bireylerinin mutlu olabileceği ve çeşitli
ihtiyaçların aynı mekanda karşılanabileceği bir ortam olmalıdır. Okumak ya da
doğada yürüyüş yapmak gibi zararlı (!) faaliyetlerden uzak durarak, ailece bir
arabaya doluşup bir AVM’nin yolunu tutarsınız. AVM’ye girdiğiniz andan itibaren
planladığınız faaliyetlerin dışındaki ihtiyaçlarınız, yabani ot gibi bitmeye
başlar. Her gördüğünüz mağaza, her gördüğünüz vitrin, sinemalar, hazır gıdalar,
yemek salonları sizde sanki tam da o ürünlere ihtiyacınız varmış hissini
uyandırır. Hele bir de mağazadan içeri girip, kendinize uygun bir şeyler
bakmaya başladıysanız artık kapandasınız
demektir. Son derece kibar ve temsil kabiliyeti yüksek satış görevlileri size
hem ürünü tanıtıp hem de bu ürüne ne kadar ihtiyacınız olduğu konusunda sizi
ikna etmeye çalışırlar. Eğer ikna olduğunuzu sanıp ihtiyacınız olmayan bir
ürünü aldıysanız, kapan kapanmıştır. Ürün 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması
Hakkında Kanun kapsamında ayıplı değilse, artık kendinize aldığınız ürüne uygun
bir ihtiyaç yaratmak zorundasınızdır.
Sinemaya
gidip bir film seyredersiniz. Arada marka içeceklerden içip patlamış mısır
yersiniz. Dolaşmak ve film seyretmek sizi acıktırmıştır. Çıkıp bir hamburger,
sandviç, ya da kafaları Türkiye’de kesilip yabancı mutfaklarda (!) pişirilmiş
tavuk yersiniz. Dolaşmaya devam ettikçe yeni ihtiyaçlar aile fertlerini
çağırmaya devam eder. Sonra markete girip evinizin haftalık alışverişini
yapmaya başlarsınız. Hangi rafa baksanız, ihtiyaç hissedersiniz. Evinizin
dolaplarında ihtiyaç hissederek alıp hiç kullanmadığınız ürünleri hatırlamanıza
ise alışverişte size eşlik eden ritmik müzik engel olur. Akşam olup da eve
döndüğünüzde size yaşam tarzı olarak dayatılan bir günü yaşamış olmanın
yorgunluğu ve kredi kartınızla bir sonraki ay alacağınız maaşınızdan tahsil
edilecek olan ücreti ödenmiş (!) ihtiyaç fazlası mamulle geleceğinizi garanti
altına almış olmanın mutluluğunu hissederek yeni haftayı beklemeye başlarsınız.
Bu döngü
tekrarlandıkça, aile ile birlikte AVM’de geçirilen bir gün, eğlence ve dinlence
anlayışının post-modern yorumu olarak toplumsal bellekte yer eder. Bir süre
sonra bu tarzın iyi ve öncelikli bir seçenek olduğu konusunda hiç kuşkunuz
kalmamaya başlar. Yalnız değilsinizdir; televizyonlarda seyrettiğiniz
reklamlar, dizi filmler, yabancı filmler size herkesin bu tarzı benimsediğini
haykırmaktadır. Üretmeden tüketmenin kolaycılığını çocuklarınızın geleceğine
tercih etmek sizin suçunuz değildir aslında. ABD ve Avrupa'nın (adı ÇUŞ olan
fakat ülkesi gayet belli olan) şirketleri sizin bu alışkanlığınızı taktirle
karşılayıp sizleri övdükçe, Milli duygularınız kabarır. Televizyon dizileri
arasındaki reklamlar ve o reklamların aralarındaki reklamlar, sizin bu
duygularınızı canlı tutmak için en kutsal değerleri kullanmaktan çekinmezler.
Bu değerleri savunmak adına insanları yaftalayıp linç edebilme hakkını kendinde
görenler için de hayırlı olan budur. Çocuğunuzun okuldaki öğretmeni biber
gazına maruz kaldıysa, çocuğunuza asla öğretmeni gibi karşı çıkmamasını
öğütlersiniz. Sistemle barışık yaşamak mutluluk demektir çünkü. Seyrettiği
reklamların ve programların hakkını veren, “muhafazakâr” neslimize selam
olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder