Teknoloji geliştikçe hayatımızı kolaylaştıran birçok ürün
de piyasaya sürülmektedir. Ancak bu ürünler ihtiyaçtan doğmaktan ziyade
ihtiyacı yaratarak pazar payı oluşturmaktadır. Yeni bir ürüne olan ihtiyacı
ortaya çıkarmak ve bunu hissettirmek ise pazarlama faaliyetinin başarısına
bağlıdır. Bu nedenle firmalar, reklam harcamaları için büyük bütçeler
ayırırlar. Oysa reklam harcamalarının bu kadar büyük boyutta olmasının sebebini
anlamak, hedef kitle olarak belirlenen insanlar açısından çok kolay
olmamaktadır. Çünkü reklamların verilişinde asıl amaç, açıktan verilen
mesajların ardına gizlenmiş durumdadır. Bu amaç ne olabilir ve reklamları
firmalar açısından bu kadar vazgeçilmez kılmasının nedeni nedir? Bu sorulara
yanıt aramaya çalışalım.
Bizleri
bir şey almaya iten temel neden, aldığımız şeye ihtiyaç hissetmemizdir. İhtiyaç
hissi, kendimizi bir mal ya da hizmeti tüketirken hayal etmemizle birlikte
doruğa ulaşır. Ama bu ihtiyacın gerçekten var olup olmadığını sorgulamayı
başarabilen bilinçli tüketici sayısı çok azdır. Bu nedenle de çoğumuz aslında
reklamlara karşı son derece savunmasız durumdayızdır. Reklamın bize bir ürün
hakkında bilgi verdiğini sanırız. Oysa yeni ürünlerin reklamı yapılırken
istenen, bizim o ürünü aldığımızda hayatımızın ne kadar ve ne şekilde
kolaylaşacağını bilmemiz değildir. Sadece kendimizi o ürünü kullanırken hayal
etmemiz istenmektedir. Hayaller her zaman gerçekten daha kusursuzdur. Hayal
ettiğimizde yalıtılmış bir haz duygusuyla hayalimizi bütünleştiririz. Bu da
bizi hayalini kurduğumuz her şeyin gerçekleşmesi durumunda aynı derecede mutlu
edeceği fikrine götürür. Ancak gerçekleri yaşarken birçok farklı etken, hayal
kurduğumuzda aldığımız tatmin duygusunun aynı düzeyde olmasını engeller.
Bir ürünü
aldığımız andan itibaren kurduğumuz hayallerle gerçekler arasındaki kaçınılmaz
farklılaşma başlar. Biz bütün hayatımızı o kurduğumuz yalıtılmış hayal
üzerinden anlamlandırırken, bir anda o hayalini kurduğumuz şeyin aslında
hayatımızın ne kadar küçük bir bölümünü ilgilendirdiğini fark ederiz. Ama artık
ürün alınmıştır ve sıra yeni hayallere gelmiştir. Bu döngü tekrar ettikçe
insanlar sahip oldukları üzerine inşa edilmiş bir hayatı, adeta bir bağımlılık
ilişkisi biçiminde yaşamaya başlarlar. Bu bağımlılık (dolaylı olarak da reklamlar),
çoğu zaman özgürlüğümüzü kısıtlamakta, kararlarımızı etkilemekte ve bütün
yaşamımızı biçimlendirmektedir.
Reklamı insanların
hayal dünyasını kurgulamak üzerine yapılan bir faaliyet olarak görmek
mümkündür. İnsanların hayal dünyalarına/bilinçaltlarına ulaşabilmek için
izlenen yolların ahlaki değerler açısından bir karşılığı olmasını beklemek
gerçekçi değildir. Reklamlar insanları hayal kurmaya iter ve bu hayallerini
gerçekleştirmeleri için kışkırtır. Bu nedenle birçoğumuzun evleri,
kullandığımızda hayatımızın ne kadar kolay olacağını hayal ederek aldığımız ve
nadiren kullandığımız ürünlerle doludur. Kapitalist sistem, hayalleri bir
şekilde kurgulanan ve bu hayalleri gerçekleştirmek için borçlanmayı göze alan
insanların bu zayıf yanı üzerinde yükselmektedir. Borç ilişkisiyle birlikte
balık oltaya takılmış demektir. Yeni hayaller için oltanın ipi biraz gevşetilir
ve balığın kendini özgür hissetmesi sağlanır. Ama balık yavaş yavaş yaşadığı
ortamdan çekilmekte olduğunu fark ettiğinde artık geri dönüş yoktur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder