Sevgili dostlar, bu hafta Türkiye’de “Süper Lig” bitti ama
tartışmalar bitti mi? Küme düşenler ve üst sıralar açısından bitmedi. Herkes
kendi açısından bazı maçlarda haklarının yendiğini ve bunun sonuca etki
ettiğini düşündü. Ancak hiçbir takımın “itiraz ediyorum, benim oynadığım
maçlarda şu hatalar olmuştu” deme hakkı yok. Çünkü her maçla ilgili itiraz,
maçın sonuç düdüğü ile bir üst aşamaya taşınır ve eğer kural hatası yoksa sonuç
tescil edilir. Kural hatası nedir? Hakemin uluslararası futbol kurallarını
belirleyen talimatlarda yazılı kuralın aksine karar vermiş olmasıdır. Burada
karar bir kural hatası olarak değerlendirilir ve maçın tekrarına hükmedilir.
Buna kim karar verir? Elbette bu alanda ihtisas sahibi olan Türkiye Futbol
Federasyonudur. İyi ama buraya niye geldik? 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde
İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin iptali ile arada bir benzerlik olduğunu
vurgulamak istiyorum. Bunun için konuyu biraz farklı ele almaya çalışacağım.
Demokrasilerin
genel gerekliliklerinin neler olduğunu ileride yazacağım yazılara bırakıp,
“halk egemenliği” üzerinde durmak istiyorum. Demokrasi temelde halkın kendini
yönetmesidir. Ancak bu gelişen toplumsal yapı içerisinde direkt olarak mümkün
olmadığından, halkın egemenliğini temsil etmek üzere, halkın seçtiği
temsilcilere ihtiyaç duyulmuştur. Tarihsel süreçte temsili demokrasinin de içinde
bir takım sorunlar kendini göstermiştir. Bir defa verilen oyun yasalarla
belirlenen sürelerde bir kısım yöneticiye yönetme hakkı vermesi, yöneticilerin
bir defa gücü ele geçirdiğinde kuralları esnetmeye çalışması ile tartışılır
hale gelmiştir. Ancak bu yanlış uygulamalara karşı çıkma mekanizmaları, uzun
yıllar içerisinde, demokrasinin gelişimi ile birlikte gelişmiştir. Bu
uygulamaları güvence altına alan temel anlayış ise; kuvvetler ayrılığıdır; yani
yasama, yürütme ve yargının üç ayrı erk olarak birbirlerini denetleyen ama
diğerinin sahasına müdahale edemeyen yapıda çalışmasıdır. Eğer erklerden biri
diğerinden daha güçlü hale gelir ve diğer erklerin beklenen işlevlerini
yapmasını engellerse sistem işlemez ve sorunlar ortaya çıkar. Halk, kendisinde
olan egemenliği belirli koşullarda, anayasal temelde kullanılmak üzere
yöneticilere bırakırken, yine kendi egemenliğini temsil eden kurumlara bu
egemenliğin kullanılma biçimini kontrol görevi vermiştir. Yasama, yürütme ve
yargı erkinin temel görevi halk egemenliğini temsil etmektir. Halk kavramının
burada “Millet” kavramıyla eşanlamlı kullanıldığını da ifade etmeliyim.
İstanbul
Belediye Başkanlığı seçiminin iptali sonrasında Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yoğun
eleştirilere uğramıştır. Bu eleştirilerin temeli, yürürlükteki mevcut yasalara
aykırı karar verildiği iddiasıdır. Konunun teknik detayları kamuoyunda çok
tartışıldığından burada yeniden tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Gerçekten de
YSK’nın halkın egemenliğini temsil yetkisini yanlı ve yanış kullandığı
yönündeki kanaatler güçlüdür. Anayasanın 79’ncu maddesi, kurulun net olarak
yedi asıl ve dört yedek üyeden teşkilini emretmektedir. Bu durumda kurulun 11
üye ile aldığı karar, hukuk mantığı açısından yok hükmündedir. Yedek üyelerin
karara katılamayacağının yazmadığını iddia etmek, hukuk açısından üzüntü verici
bir yorumdan öteye gitmeyecektir. Bu yorumun üzerine diğer tartışmalara girmeye
gerek görmüyorum. Ancak şunu net olarak belirtmek gerekir ki; Anayasanın 6’ncı
maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde millet egemenliğinin teminatı olan
Anayasayı ihlal edenler hakkında kamuoyunun daha fazla bilgi sahibi olmaya
ihtiyacı bulunmaktadır. Altıncı madde şöyle der; “Türk Milleti, egemenliğini,
Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin
kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz.
Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi
kullanamaz.”
Eğer millet
egemenliğine dayalı bir cumhuriyet kurulmuşsa, bunun en büyük güvencesi
Anayasadır. Anayasaya bağlılık, milli egemenliğe bağlılıktır. “Milli irade”
ifadesi, siyaset bilimi açısından karşılığı olmayan ve “millet egemenliği”
kavramını maskeleme amacı taşıyan bir paravandan öte anlam ifade etmemektedir.
Her ne kadar iktidar ve muhalefet açısından geçerli bir kavram olarak halka retorik
biçiminde sunulsa da, asıl olan “MİLLET EGEMENLİĞİ”dir. Bu açıdan bakıldığında,
halkın karar organlarına etkisini kısıtlayan her eylem, her söylem, halk
egemenliğini temsil yetkisini elinde bulunduranların Anayasal olarak suç
işlediğinin delilidir.
Sevgili
dostlar, kurtuluş savaşının verildiği koşulları bilmeyen insanların Yüce
Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından dile getirilen “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir” sözünü anlamaları beklentisi içerisinde değilim. Ancak bu
sözün gereği, bizlerin bir arada huzur içinde yaşamamızın garantisi olan
Anayasamızın, bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes tarafından anlaşılması,
uygulanması ve takip edilmesidir. Amerika’da yüksek mahkemenin duvarında yazan
bir yazı her şeyi özetlemektedir; “Hukukun bittiği yerde tiranlık başlar”.
Sevgilerimle…
Dr.Özkan LEBLEBİCİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder