27 Mayıs 2019 Pazartesi

Egemenlik, Temsil ve İstanbul Seçimleri


Sevgili dostlar, bu hafta Türkiye’de “Süper Lig” bitti ama tartışmalar bitti mi? Küme düşenler ve üst sıralar açısından bitmedi. Herkes kendi açısından bazı maçlarda haklarının yendiğini ve bunun sonuca etki ettiğini düşündü. Ancak hiçbir takımın “itiraz ediyorum, benim oynadığım maçlarda şu hatalar olmuştu” deme hakkı yok. Çünkü her maçla ilgili itiraz, maçın sonuç düdüğü ile bir üst aşamaya taşınır ve eğer kural hatası yoksa sonuç tescil edilir. Kural hatası nedir? Hakemin uluslararası futbol kurallarını belirleyen talimatlarda yazılı kuralın aksine karar vermiş olmasıdır. Burada karar bir kural hatası olarak değerlendirilir ve maçın tekrarına hükmedilir. Buna kim karar verir? Elbette bu alanda ihtisas sahibi olan Türkiye Futbol Federasyonudur. İyi ama buraya niye geldik? 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin iptali ile arada bir benzerlik olduğunu vurgulamak istiyorum. Bunun için konuyu biraz farklı ele almaya çalışacağım.
            Demokrasilerin genel gerekliliklerinin neler olduğunu ileride yazacağım yazılara bırakıp, “halk egemenliği” üzerinde durmak istiyorum. Demokrasi temelde halkın kendini yönetmesidir. Ancak bu gelişen toplumsal yapı içerisinde direkt olarak mümkün olmadığından, halkın egemenliğini temsil etmek üzere, halkın seçtiği temsilcilere ihtiyaç duyulmuştur. Tarihsel süreçte temsili demokrasinin de içinde bir takım sorunlar kendini göstermiştir. Bir defa verilen oyun yasalarla belirlenen sürelerde bir kısım yöneticiye yönetme hakkı vermesi, yöneticilerin bir defa gücü ele geçirdiğinde kuralları esnetmeye çalışması ile tartışılır hale gelmiştir. Ancak bu yanlış uygulamalara karşı çıkma mekanizmaları, uzun yıllar içerisinde, demokrasinin gelişimi ile birlikte gelişmiştir. Bu uygulamaları güvence altına alan temel anlayış ise; kuvvetler ayrılığıdır; yani yasama, yürütme ve yargının üç ayrı erk olarak birbirlerini denetleyen ama diğerinin sahasına müdahale edemeyen yapıda çalışmasıdır. Eğer erklerden biri diğerinden daha güçlü hale gelir ve diğer erklerin beklenen işlevlerini yapmasını engellerse sistem işlemez ve sorunlar ortaya çıkar. Halk, kendisinde olan egemenliği belirli koşullarda, anayasal temelde kullanılmak üzere yöneticilere bırakırken, yine kendi egemenliğini temsil eden kurumlara bu egemenliğin kullanılma biçimini kontrol görevi vermiştir. Yasama, yürütme ve yargı erkinin temel görevi halk egemenliğini temsil etmektir. Halk kavramının burada “Millet” kavramıyla eşanlamlı kullanıldığını da ifade etmeliyim.
            İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin iptali sonrasında Yüksek Seçim Kurulu (YSK) yoğun eleştirilere uğramıştır. Bu eleştirilerin temeli, yürürlükteki mevcut yasalara aykırı karar verildiği iddiasıdır. Konunun teknik detayları kamuoyunda çok tartışıldığından burada yeniden tartışmaya gerek bulunmamaktadır. Gerçekten de YSK’nın halkın egemenliğini temsil yetkisini yanlı ve yanış kullandığı yönündeki kanaatler güçlüdür. Anayasanın 79’ncu maddesi, kurulun net olarak yedi asıl ve dört yedek üyeden teşkilini emretmektedir. Bu durumda kurulun 11 üye ile aldığı karar, hukuk mantığı açısından yok hükmündedir. Yedek üyelerin karara katılamayacağının yazmadığını iddia etmek, hukuk açısından üzüntü verici bir yorumdan öteye gitmeyecektir. Bu yorumun üzerine diğer tartışmalara girmeye gerek görmüyorum. Ancak şunu net olarak belirtmek gerekir ki; Anayasanın 6’ncı maddesinde belirtilen esaslar çerçevesinde millet egemenliğinin teminatı olan Anayasayı ihlal edenler hakkında kamuoyunun daha fazla bilgi sahibi olmaya ihtiyacı bulunmaktadır. Altıncı madde şöyle der; “Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
            Eğer millet egemenliğine dayalı bir cumhuriyet kurulmuşsa, bunun en büyük güvencesi Anayasadır. Anayasaya bağlılık, milli egemenliğe bağlılıktır. “Milli irade” ifadesi, siyaset bilimi açısından karşılığı olmayan ve “millet egemenliği” kavramını maskeleme amacı taşıyan bir paravandan öte anlam ifade etmemektedir. Her ne kadar iktidar ve muhalefet açısından geçerli bir kavram olarak halka retorik biçiminde sunulsa da, asıl olan “MİLLET EGEMENLİĞİ”dir. Bu açıdan bakıldığında, halkın karar organlarına etkisini kısıtlayan her eylem, her söylem, halk egemenliğini temsil yetkisini elinde bulunduranların Anayasal olarak suç işlediğinin delilidir.
            Sevgili dostlar, kurtuluş savaşının verildiği koşulları bilmeyen insanların Yüce Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk tarafından dile getirilen “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” sözünü anlamaları beklentisi içerisinde değilim. Ancak bu sözün gereği, bizlerin bir arada huzur içinde yaşamamızın garantisi olan Anayasamızın, bu ülkeye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes tarafından anlaşılması, uygulanması ve takip edilmesidir. Amerika’da yüksek mahkemenin duvarında yazan bir yazı her şeyi özetlemektedir; “Hukukun bittiği yerde tiranlık başlar”.
Sevgilerimle…
Dr.Özkan LEBLEBİCİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder